Allah Sabredenlerle Beraberdir

Allah Sabredenlerle Beraberdir

Sabır, Kuran-i Celil ve hadis metinlerinde yoğun bir şekilde konu edinilerek, işlenilen, içerisinde insanlar için pek çok hikmetin ve menafinin bulunduğu, ehline dünya ve ahiret saadetinin kapılarını aralayacak kutlu bir anahtardır. Sabır, sebeplere sarıldıktan sonra başa gelen bela ve sıkıntılarda isyan etmeden, refah ve huzur ortamında ise gurur ve kibir duygusuna kapılarak özde derin yaralar açmadan, müsebbibe yönelerek O’na (c.c.) sığınmanın, O’na ram olmanın, O’ndan yardım beklemenin diğer adıdır. Sabır, kesrette vahdeti keşfetmek üzere yola çıkan her Hak erinin geçmek zorunda olduğu kaçınılmaz bir durak, Mutlak Sevgili’nin (c.c.) hasretiyle yanan sevda yüklü yanık yürekler için de, yine Huda tarafından kendilerine indirilmiş bir teselli namedir. Sabır, tevhidin kokusu tepeden tırnağa üzerlerine sinmiş olan ehl-i aşıkın temel vasıflarından birisi, hayatın her alanında başarıya talip olan her ferdin ise, her zaman hecelemek zorunda olduğu ulvi bir paroladır…

Genelde sabır kavramı, toplumda başa gelen bela ve musibetler karşısında insanoğlunun metanetini kaybetmemesi bağlamında kullanılmaktadır. Oysaki başa gelen bela ve musibetlere karşı sabır, sabrın sadece bir cüzüdür. Nitekim hadislerde sabır üç kısımda mütalaa edilmektedir. Taatte sabır- Masiyet karşısında sabır- Başa gelen bela ve musibetler karşısında sabır. İbadet ve taata daim olmak, şüphesiz sabır gerektiren işlerdendir. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek gibi bir çırpıda sayabileceğimiz bu ve bu nevi taatlerin daim olmasının kökünde şüphesiz sabır yatmaktadır. Yine ayni şekilde nefsin sınır tanımayan arzu ve isteklerine karşı durabilmek, insanı içerden yiyerek yok eden, kibir, haset, riya ve diğer manevi mikroplara karşı daim mücadele içerisinde olmak, gizli (makam sevgisi) ve açık şehvetin ahtapot kollarına karşı sürekli agah ve tedbirli olmaya çalışmak da sabır gerektiren işler kabilindendir. Başa gelen bela ve musibetler karşısında sabredip, yüce yaratana sığınarak ondan yardım dilemek kadar, ibadet ve taatlarda devamlılığı yakalamakta ve O’na isyandan uzak durma hususunda da sabır zırhını giyinmek suretiyle Mevla’dan (c.c.) yardım dilenmesi gerekir.

Bütün bunların yanında taata sabır kabilinden de ele alabileceğimiz, fakat sabırların en zoru veya en zorlarından birisi olarak addetmemiz nedeniyle ayrı bir paragraf açtığımız bir sabır daha vardır ki, o da aşıkların sabrıdır. Seyr-u suluk üzere aşk ile yola çıkan salikin, benliğini saran hasretin kor ateşlerine karşı yegane iltica edeceği yer, sabırdan başka bir şey değildir. Bünyesini saran aşk ateşiyle beraber sevgiliye olan hasret ateşi artan salik, biran önce O’na kavuşmanın derdi ile yanar. O bu ateş sayesinde vuslattan, sevgiliye kavuşmaktan gayri bir şey göremez olur. Ona isabet eden elemler veya nimetler, hep bu hasret ateşinin korunda erir, yok olurlar. Salikin bünyesinde, aklında, gönlünde, hasılı her şeyinde sadece ama sadece O vardır, O’na kavuşmak, O’na ulaşmak…Bunun için her şeyini verecek olan aşk eri, vuslat anini boyun bükerek sabırla bekler. Aşk ehlinin vuslat ve hasret ateşi içerisinde maşuku için yanarak beklediği andaki göstereceği bu sabır, şüphesiz sevgiliye giden yolda pek çok kapıları aralayacaktır. Bu hususta gösterilecek sabır kolay olmamakla beraber, bu sabır sonrası elde edilecek vuslat, sabrın içerisinde ne denli hikmetler barındırdığını bizlere tekrar terennüm edecektir. Hasılı sabır, karanlık gecede yolunu kaybetmiş kimseler için eşsiz bir ziya, musibet ve sıkıntıların girdabında deveran eyleyen biçareler için sağlam bir barınak, kulluk makamını gözetlemek suretiyle sultan olan azim ve aşk sahibi kimseler için de eşsiz bir saraydır.Sabır kavramı Kuran-i Mübin de yetmiş küsur yerde geçmektedir. Söz konusu ayetlerde sabır, müminlerin temel vasıflarından birisi olarak zikredilmekte ve sabredenlerin altlarından ırmaklar akan cennetlere nail olacakları vurgulanmaktadır. (29/59), (13, 19-24). İsrail oğullarına vaat edilerek verilen nimetlerin, onların sabretmesi sonucunda olduğunu yine Kur’an bizlere haber vermektedir: „Rabbinin İsrail oğullarına olan o güzel vaadi, sabrettikleri sebebiyle tam yerine geldi.“ (7/137)

İnsanlar içerisinde en fazla sıkıntı ve belalara maruz kalanların nebiler olduğu, nebilerden sonra da derece derece salihler geldiği ifade edilmektedir. İnsanlara ilahi mesajı tebliğ etme görevini üstlenen bu kutlu kimseler, gönderildikleri topluluk veya kavim tarafından akla hayale gelmeyecek sıkıntı ve belalara maruz bırakılmışlardır. Bütün bu sıkıntı ve belaları kendilerini hak üzere gönderen Rahman’a teslim olarak ve O’ndan kendilerine bir lütuf olarak bahşedilen sabır zırhına bürünerek aşmışlardır. Kendileri gibi bu sıkıntılara maruz kalarak, bunalan müntesiplerine de sabrı tavsiye etmişler, onlardan da hakki ve sabrı tavsiye etmelerini istemişlerdir. Aslında nebi ve salih insanların hayatını kaleme alan eserler, sabrın çeşitli boyutlarda tezahürünün kaleme alındığı eserlerdir. Sabr-ı Eyyüb olarak dilimize gecen ve bir Peygamber ismiyle özdeşlesen bu kavram, sözü edilen ve edilmeyen Peygamber ve salihlerin hayatlarındaki zorlukları sabra dayanarak nasıl aştıklarının ve onu nasıl içleştirdiklerinin habercisidir. Risalet görevini üstlendiği andan itibaren başta kendi akraba ve kavminden çektiği bin bir türlü eza ve sıkıntıyı tıpkı kendisinden önceki azim sahibi peygamberlerin başlarına gelen eza ve sıkıntıları, sabra dayanarak aşmaları gibi, kendisinin de sabra dayanarak aşması gerektiği, Rahman tarafından kendisine ilgili ayette bildirilmiştir. „O halde (resulüm), peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. (…)“ (46/35)

İlahi mesajı tebliğ etmek amacına müstenit olarak insanlığa gönderilen, ve Rahman tarafından terbiye edilen nebileri özümsemek, o mesaja muhatap olan kimseler için esastır. Onların hayatlarını iyi öğrenmek, gelecek nesillere öğretmek ve onların hayatlarından dersler çıkarmak, dünya ve ahiret saadetinin temini için elzemdir. İnsan onuruna ve güzelliğine yakışan şey, her ahval ve şerait içerisinde rabbani duruşu gözetlemek ve onu elde etmektir. Bu ise kabuktan öze doğru amansız bir yolculuğu gerektirir. İşte bu yolculuğu göze alarak, Allah’la ahitleri olan her er, sadece başa gelen bela ve sıkıntılar için değil, kendisine bahşedilen nimetlere şükür ve taatte daim olma hususunda da sabır ile Mevla’dan yardim istemelidir. Nitekim Kuran Mevla’dan namaz ve sabır ile müminlerin yardım istemesi gerektiğini ve Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu ilan etmektedir: „Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.“ (2/153). Elmalı’lı söz konusu olan ayetle ilgili yaptığı açıklamalarda imandan sonra sabrın mümin için elzem olduğu fikrinin altını çizmekle beraber, sabır hakkında devamla şunları söylemektedir.“ Şunu biliniz ki sabır her muvafikiyetin başıdır, imandan sonra tarikin başı sabır, ahlakın başı sabırdır, ilmin başı sabır, amelin başı sabır, hasılı hikmetin başı sabırdır.“

Cafer b. Ebi Talib ve arkadaşlarının Habeşistan’a hicretlerinin teşviki ve tedirginliklerinin giderilmesi hakkında indirildiği müfessirlerce ifade edilen ayette, Cenab-ı Hakk sabreden kimselerin ecirlerinin büyük ve sınırsız olacağını vurgulanmaktadır. „(Resulüm) söyle: ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükafatları hesapsız ödenecektir.“ (39/10). Gazali bu ayeti yorumlarken, her ibadetin belli bir ecri olduğunu, buna mukabil yalnız sabrın ecrinin hudutsuz olduğu hususunu, oruç ibadeti ile sabır arasında ilişki kurarak izah etmektedir. “ Her iyiliğin belli başlı bir mükafatı olduğu halde, yalnız sabrın mükafatının hudutsuz olduğu bildiriliyor. Hatta Allahu Teala’nın orucu diğer ibadetlerden ayırıp: „O, bana mahsus bir ibadettir ve onun mükafatını ben veririm“ buyurmak suretiyle onu kendisine nispet etmesi, orucun sabırdan ve daha doğrusu sabrın yarısından ibaret olması bakımındandır.“ Rahman’ın „ulul-elbab“ (akıl sahipleri) olarak kendilerini tanımladığı kutlu kimselerin vasıflarını Kuran’da bizlere teker teker saymaktadır. Bu guruba dahil kimseler için zikredilen sekiz önemli özelliğin içerisinde sabır kavramı da bulunmaktadır. Bu kimselerin sabretmelerine karşılık Adn cennetlerinin kendilerine sunulacağı ve melekler tarafından karşılanarak kendilerine selam verileceği ilgili ayette bakiniz nasıl ifade edilmektedir: „(Melekler:) sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).“ (13/24).

Ehl-i kitaptan Nebi’ye uymaları sonrasında ezaya duçar kalanlar için indirildiği ifade edilen ayette Cenab-ı Hakk onlara ecirlerinin iki defa verileceğini müjdelemektedir : „İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükafatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar.“ (28/54).

Bir mümin için en büyük paye Rahman tarafından sevilmesi ve övülmesidir. Kur’an bu sevgiyi arayanlara sabrı adres olarak göstermekte ve Rahman’ın sabredenleri sevdiğini ilan etmektedir. (3/146). Kur’an’da yoğun bir şekilde ele alınan sabır kavramı, hadis metinlerinde de çeşitli açılardan ele alınarak işlenmiştir. Mümin için namazı nur, sadakayı burhan olarak niteleyen Hz. Peygamber sabrı da ziya olarak vasıflandırmıştır. (Müslim, Teharet 1, (223).Temelde aynı manalara gelen nur ve ziya kavramları ulema tarafından irdelenmiş, Kur’an’da geçen bir ayette güneşin ziya, ayın nur ile vasf edilmesinden yola çıkılarak (10/5), ziyanın nur dan daha kapsamlı olduğu, her ziyanın nur ama her nurun ziya olamayacağı ifade edilmiştir. Güneş ile ay arasındaki ilişki, adeta sabır ile namaz arasında kurulmuş ve taatlerin temelinde de sabır kavramının bulunduğu ifade edilmiştir.

Ensardan kendisine gelerek bir takım şeyler isteyen kimselere Hz. Peygamber, elinde bulunan imkanlardan lütfetmiş, sonra tekrar tekrar gelerek yine bir takım şeyler isteyen kimselere, istenilen şeylerin elinde bulunmadığını ifade babında, onlardan ayrı olarak kendisi için bir şeyler biriktirmediğini ifade ederek, onlara zenginliğin adresi olarak kanaati ve kendisinden daha hayırlı ve geniş bir ihsan yoktur diyerek tanımladığı sabrı çözüm olarak göstermiştir. „Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim kanaat ederse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.“ (Buhari, Zekat 50. Müslim, Zekat 124, (1053); Ebu Davut, Zekat 28, (1644); Tirmizi, Birr 77, (2025).

Başlarına gelen musibetlerde „Biz Allah’tanız ve O’na döneceğiz“ diyerek (2/155) Rahman’a rücu eden ehl-i sabır Kur’an’da Rahman tarafından müjdelenmektedir. Sevdiği kişilerin kaybına sabreden insanların acıları da ilgili hadislerde cennet vaat edilerek hafifletilmektedir. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: „Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: „Allah Teala şöyle buyurmuştur: „Ben kimin iki sevdiğini almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükafat vermeye razı olmam.“ (Tirmizi, Zühd 58 (2403). Bunun yanında makbul sabrın musibetle ilk karşılaşıldığı anda olduğu, yine Hz. Peygamber tarafından yavrusunu kaybetmenin acısıyla yanan bir kadına söylenmiştir. (Buhari, Cenaiz 43, 7, 32. Müslim, Cenaiz 14, (626).

Cenab-ı Hakk’ın isimlerinden birisinin de „as-sabûr“ „çok sabırlı“ olduğu malumdur. Nitekim Allah’tan sabırlı hiç kimsenin bulunmadığı, ilgili hadiste bizlere şöyle nakledilmektedir: Ebu Musa (r.a.) anlatıyor: „Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: „İşittiği şeyin verdiği ezaya Aziz ve Celil olan Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O’na şirk koşulur, evlatlar nispet edilir. O, yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder.“ (Buhari, Edeb 71, Tevhid 3).

Toplum hayatına katılarak, insanlarla çeşitli nedenlerle kontak kurmak zorunda olan insanoğlu, kimi zaman haklı veya haksız, çeşitli saiklerle insanların farklı tutumlarına maruz kalmakta, kimi zaman sevinirken kimi zaman da üzülmektedir. Toplum hayatında insanlardan gelebilecek eziyet ve sıkıntılara belli şartlar altında sabretmek gerektiği yine ilgili hadislerde yerini bulmaktadır. Bunu asla toplumda „şamar oğlanı“ rolüne soyunmak şeklinde algılamamak gerekir. Aksine bu durum, „kimseye zarar vermemek ve kimseden zarar görmemek“ ilkesiyle hayatı kucaklayıp, makul ölçüler içerisinde affı ve toleransı öne almaktır. Uzlet hayatı kimi hadislerde belli şartlar altında tavsiye edilse de, insan için asıl olanın toplum hayatına aktif olarak katılmak suretiyle insanlığa faydalı işler yapan bir er olmasıdır. Nitekim aşağıda ifade edilen hadiste de Hz. Peygamber toplum hayatına katılmak suretiyle, insanların ezalarına maruz kalıp, sabreden insanın, toplum hayatına katılmayan insandan daha hayırlı olduğunu ifade etmektedir: Yahya ibnu Vessab, Resülullah (s.a.v.) buyurdular ki: „İnsanlara karışıp onların ezalarına katlanan Müslüman, onlara katılmayıp ezalarına katlanmayandan hayırlıdır.“ (Tirmizi, Kıyamet 56, (2509); İbnu Mace, Fiten 23, (4032).

İçinde pek çok hikmeti barındıran ve en büyük ihsan olarak bizlere takdim edilen sabrın her nevinden nasibdar olmak, insanlığa hakkı ve sabrı tavsiye etmek suretiyle kurtuluşa ermek dileği ve duasıyla…

———————————————————————————————
Dipnotlar:
1- İlgili ayetler için bkz. Muhammad Fuad Abdulbaki: Mucem’ul-Mufehres li-Elfaz’il-Kuran’il-Kerim, Kahire 1987, S.400 vd.
2- Elmalı’lı M. Hamdi Yazır: Hak Dini Kuran Dili, İstanbul 1979, C. I, S. 544.
3- Gazali: Ihya’u-Ulumiddin, Beyrut 1993, (II. Bsk.), C. IV, S. 310.
4- Cenab-ı Hak tarafından zikredilen bu özellikler için bkz. 13/ 19-24.
5- Elmalı’lı M. Hamdi Yazır: C. VI, S. 3746 vd.