Bütün bunların yanında Kuran kendisine nimet verildiğinde itaatten yüz çevirerek büyüklük taslayan bahtsız kimselerden de sitemle bahseder.[20]Kendilerine verilen onca nimete karşı şükretmeyerek isyan eden ve küfürde ısrar eden kimseler Kuran‘da kendilerini kuşatacak olan acıklı azap ile uyarılarak tehdit edilmektedirler.[21]Kendilerine verilen eşsiz nimetlere karşı nankörlük eden kasaba halkına korku ve açlık libasının giydirildiğini bakınız Kur‘an nasıl anlatmaktadır: „Allah bir kasabayı misal olarak verir. (Bu kasaba) güven ve huzur içinde idi; rızkı her taraftan bol, bol kendisine geliyordu. Fakat bir gün, Allah‘in nimetlerine karşı nankörlük etti. Allah da o kasabaya, yapmış oldukları yüzünden, açlık ve korku libasını giydirdi.“[22]
Bütün bunların yanında Kur‘an bize, Rahman‘ın katından eşsiz değerde kendilerine nimet verilen kutlu kimselerin ve onların nimetlendikleri nurlu pınarın kaynağını da göstererek adeta bizi oraya, o adrese sevk eder. Aşk-i İlahinin potasında eriyerek, ancak ilah-i aşkla tarif edilen, bütün hücrelerinden aşk-i İlahinin teneffüs edildiği, konuştuklarında hayırdan başka bir şey konuşmayan, Rahman’ın boyasıyla tepeden tırnağa yine onun yed-i kudretiyle boyanan bu ay yüzlü güzeller bünyelerinde şahlanan kulluk ve teslimiyet bilinci ile nefsin ellere, ayaklara taktıkları kelepçe ve prangaları kırmışlar, göz ve kalplere çekilen demir perdeleri de aşk-ı İlahinin iksiriyle yırtarak özgürlüklerini ilan etmişlerdir. Bu özgürlüğün bedelini her an zevkle ödemekten kaçınmayan bu güzeller, karşılığında ise nimetlenen seçkin kimseler sınıfına dahil olmuşlardır. İlgili ayette Cenab-i Hak kendilerine nimet verilen peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber olmanın şartını kendisine ve Nebisine itaat etmek olarak ifade etmektedir.„Kim Allah‘a ve Resul‘e itaat ederse işte onlar, Allah‘ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!“[23]
Cenab-i Hakk’ın bizleri gazabına uğrayan ve sapık olanların yolundan uzak tutarak, nuruyla yolumuzu aydınlatması ve bizleri kendilerine nimet verdiği kimselerin yoluna ulaştırması duası ve temennisiyle…
——————————————————————————–
Dipnotlar:
[1] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara 1988, C. II, S. 1087.
[2] Elmalı‘lı M. Hamdi Yazır nimet kavramını izah ederken dünyevi ve uhrevi olanlar diyerek iki ana bölümde bu kavramı sınıflandırmakta ve onları da kendi içersinde sınıflandırmaya tabi tutmaktadır: „Fakat başlıca dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki memba’da mülahaza olunabilir. Niam-ı dünyeviye iki kısımdır: Vehbi, kesbi. Vehbi ya ruhani veya cismanidir, tabiri aharla ya manevi veya maddidir. Ruhani olanlar nefhi ruh, işrakı akıl ve zeka ve bunlara tabi olan fehim, fikir, nutuk, selameti vicdan gibi, cismani olanlar beden ve echize-i bedeni ve bunlardaki kuva-i asabiye ve adaliye, hazmiye ve sair kuvayi maddiyeyi, halat-ü heyeti hasılayı halku tekmil gibi şeyler. Kesbi olanlarda nefsi rezailden tasfiye, ilm-u marifet, ahlaki seniye ve melekati fadıla ile tahliye eylemek, bedeni hey’ati matbua ve şemaili müstahsene ile tezyin etmek, cah, yani mevki ve haysiyeti içtimaiye mal ve servet kazanmak gibi şeylerdir. Niam-i uhreviye, dünyada vaki olan ifrat-ü tefritlerini mağfiret ederek rızasına erdirmek, ve melaike-i mukarrebin ile beraber âlayı illiyinde ebdel’abad huzuru istikrara nail kılmaktır ki, bu da vehbi ve kesbi, ruhani ve cismaniye münkasım olunur.“ Elmalı‘lı M. Hamdi Yazır: Hak Dini Kuran Dili, İstanbul 1972, C. I, S. 127-128.
[3] İbrahim; 34.
[4] Fatır; 3.
[5] Bakara; 40, 47, 122, 231. Al-i İmran; 103. Maide; 7, 11, 20, 110. İbrahim; 6.
[6] Bakara; 40-61.
[7] Al-i İmran; 103.
[8] Ahzab; 9.
[9] Kamer; 35.
[10] Hucûrat; 7-8.
[11] Maide; 3.
[12] Maide; 110. Neml; 19.
[13] Celaleddin Muhammed Ahmed el-Mahalli- Celaleddin Abdurrahman es-Suyuti: Tefsiyr’ul-Celaleyn, Beyrut 1998, S.1.
[14] Tahir b. Yakub el-Feyruzabadi: Tenvir’ul-Migbas Tefsir-u Ibn Abbas, Beyrut 1995, S. 1.
[15] İsmail b.Kesir ed-Dimeşgi: Muhtasar Tefsir İbn Kesir, Beyrut 1996, S. 22. Elmalı‘lı Rahman tarafından nimetlendirilenler hakkında geniş bir değerlendirme yaptıktan sonra nimetlenen kimselerin yolunu selefiyyundan ve halefiyyundan olan müfessirlere dayandırarak bu yolun Hz. Muhammed’in ve ashab-ı kiramın tariki ve sünneti olarak ifade etmektedir. Elmalı‘li M. Hamdi Yazir: Hak Dini Kuran Dili, C. I, S. 133.
[16] Neml; 17-18.
[17] Neml; 19.
[18] Ahkaf; 15-16.
[19] Neml; 114.
[20] İsra; 83, Fussilet; 51.
[21] Nahl; 71-88.
[22] Nahl; 112. Ayetin tefsirine bakıldığında söz konusu olan kasaba halkının pek belirgin bir şekilde tasvir edilmesine rağmen, tarif edilen sıfat ve karinelerden ve İbn Abbas’ın bu yöndeki ifadelerinden hareketle bu kişilerin müşrik Mekke halkı olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamber’in mesajına karşı gelip ona eziyet ve sıkıntı vermede yarıştıkları için bol ve müreffeh bir hayata sahipken, Hz. Peygamber‘in bisetinden sonra 7 yıl açlık ve korkuya duçar oldukları ifade edilmektedir. El-Feyruzabadi: Tenvir’ul-Migbas Tefsir-u İbn Abbas, S. 280. Ebu’l A’la el-Mevdudi: Tefhimu‘l Kur‘an, (trc. Ahmed Asrar), Istanbul 1997, C. II, S. 638. Müfessir Es-Sabuni Razi’ye dayanarak bu ayetin tefsiri hakkında bakınız şunları kaydetmektedir; „Bu Mekke halkına ait misaldir. Çünkü onlar emniyet, sükun ve bolluk içinde idiler. Sonra Allah onlara büyük nimeti verdi. Bu nimet, Muhammed (a.s.)‘di. Fakat onlar onu inkar ettiler, ona çok eziyette bulundular. Allah da onları yedi seni kıtlık ve açlık ile cezalandırdı. O kadar ki leş ve kemik yediler. Muhammed Ali es-Sabuni: Safvetü’t-Tefasir, (trc. S. Gümüs- N. Yilmaz), İstanbul 1990, C. III, S. 352.[23] Nisa; 69.