Mutlak hakikati tanımanın, onu hücrelere değin hissetmenin yolu üzerindeki en önemli ve belirgin durak; kişinin kendisini tanımasıdır. İstikametleri seyr-i ilallah olup, yolları üzerinde bulunan masivanın cazibeli ağlarına takılmadan hedeflerine kitlenen ay yüzlü gönül erleri bu durağın ne manaya geldiğini gayet iyi bilirler. Bu durak; mutlak kudrete dair emare ve nişanelerin yavaş, yavaş kılıflarından soyunduğu, ilmin bilmek ama kendini bilmek olduğu, bu biliş ve erişi yakalayamayanların kuru bir emekle iştigal içerisinde oldukları gerçeğine nail olan yolcuların uğradığı bir duraktır. Burası ötelerin ötesine dair ilahi bestelerin net olarak dinlenilmesini engelleyen masiva parazitlerinin aşk-i ilahinin basiret süzgeçlerine takılarak yok olduğu kutsal bir noktadır. Defter-i uşşakta namlarının na-malum olmasını istemeyen her yolcu, Hudâ’dan dûr olmamak için bu noktayı her hâlükârda dikkate alarak, yol üzerinde bulunan derin masiva çukurlarına karşı agah olmak zorundadır.
Evrenin olabildiğince küçültülmüş hali (mikro evren) olarak tanımlanan insanoğlunun, insanoğlunun olabildiğince büyütülmüş hali (makro insan) olarak tanımlanan evren ve onun değerleri karşısında takınacağı tavrın idealleşmesi, daha doğrusu ilahileşmesi ferdin bünyesine taşıdığı namütenahi zenginliğin gereği gibi kavranılmasıyla mümkün olabilir. Onun içindir ki her zaman ve her noktada insanlığa numune olan biricik önder ve lider Hz. Muhammed (s.a.v) bu noktada, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan Cenâb-ı Hakk ve onun kafa gözüyle hissedilemeyecek sıfatlarında ârif olmayı, şahsın kendisinde taşıdığı değerlerde ârif olması ve tanımasıyla irtibatlandırmıştır. Hz. Ali’nin: “Ey insanoğlu! Sen kendini küçük bir şey mi zannedersin? Oysaki senin içerinde büyük bir alem gizlidir.” sözü de Hz. Peygamber’in yukarıda ifade etmeğe çalıştığımız; “Nefsini (kendini) bilen, şüphesiz Allah’ı bilir” hadisi şerifinin farklı bir noktadan ifadesidir.
Bu tanıyış sayesinde insan kul olduğunu ama sadece Allah’ın kulu olması gerektiğini her hal ve ortamda hatırlayarak obje ve eşyaya yaklaşımını daha doğrusu her şeye karşı alması gereken tavrı belirleyecektir. Bu tanıyışla dine ve insanlığa ait değerler sadece okunmayacak aynı zamanda hissedilecektir. Bu hissediş ister istemez insanın bünyesinde mahfuz bulunan özün aralanmasını sağlayarak, ona ulaşma arzusunu kamçılayacaktır. Bir müddet sonra bütün vücuda hakim olacak olan bu olgu, sonsuzun namelerini fani bedende hissetmenin ve duymanın hazzıyla yanacak ve nihayetinde bin bir zahmetle gönül tarlasına dikilen aşk-i ilahinin paha biçilmez çiçekleri teker, teker bütün mazlum ve mağdurlar için, insanlık için açacak…
Aydınlık yarınların muştulayıcısı olarak gördüğün bu çiçeklerin dünyayı kuşatması, rayihalarıyla uyuşturulmuş ve köleleştirilmiş kalp ve beyinlerin amaçlarına uygun olarak işlevsel hale gelmesi ve her türlü zulmün bertaraf edilmesi duası ve dileğiyle…