Edep Tâcı

Edep kelimesi, Türkçemizde  terbiye, güzel ahlâk, iyi davranış, incelik, kibarlık, nazlılık gibi manaları bünyesinde taşımaktadır.1 İlk sûfilerden İbn Ata, edebi: “Ameli güzelleştiren hususlar üzerinde durmak”, Abdullah bin Mübarek ise: “Kendini tanıma” şeklinde tarif etmektedir.2 Bu tanımları artırmak mümkündür. Zira edeb kavramına tanım getiren her şahıs veya müellif konuya kendi dünyasının sınırları içerisinde bakmakta, bu sınırların kendisine lutfettiği ufuk ölçüsünde tanım koymaktadır. Ama getirilen bütün bu tanımlarda görülen ortak nokta bu kelimeye rengini, tadını ve kokusunu veren “güzel ahlâk” kavramının odak olarak kullanılmasıdır. Binaenaleyh biz de bu noktadan hareketle zaman zaman çalışmamızda güzel ahlak ve edeb kavramlarını ister istemez içiçe ele alacağız.

Kur’an-ı Kerim ve pek çok hadis dolaylı veya dolaysız edeb kavramına vurgu yapmaktadır. Bu olgu kendisini Kur’an’da Cenâb-ı Hakk ile O’nun kutsal elçileri arasında geçen bazı diyaloglarda hemen hissettirir. Ötelerin ötesine meftun kuşakları ilâhî ve nebevî edeble te’dib etmek isteyen peygamberlerin bu diyaloglarda çok titiz ve ince bir dil kullandıkları ve bu surette huzurda bulunmanın edebine riayet etmekle muhataplarına örnek oldukları ifade edilmektedir. Nitekim bu hususa değinen üstad Ebu Ali: “Eyyüb Rabbına, ben zarar gördüm. Sen merhamet edenlerin en merhamet edenisin!”3 diye dua etmiştir. “Eğer azap edersen onlar senin kullarındır.” diyen İsa (a.s) aynı şekilde hareket etmiştir. Hz. İsa “Eğer ben Allah’ın oğluyum dediysem bunu siz bilirsiniz.”5 demiş, “Ben böyle birşey söylemedim.” dememiş. Böylece yüce huzurun adabına riayet etmiştir.6 Ayrıca Kur’an’da geçen; “Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz.”7 ayet-i kerimesini İbn Abbas: “Kendinize ve ailenize edep ve marifet öğretiniz.” diyerek tefsir etmiştir.

Kur’an’ın “Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzerindesin.”8 diyerek hitap ettiği, mü’minlere ilahî mesajı9 tebliğ etmek ve yaşatmak suretiyle nefsin ve şehvetin ışık tanımaz karanlığına saplanmış gönülleri aydınlatmak olan gül nebi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ve O’nun aşk bahçesinde yetişen gözü kara sevdalıları, çıplak uyarıcılar edebin ehemniyet ve önemini her platformda ifade etmekten bir an geri durmamışlardır. Hz. Peygamber (a.s)’den tavsiye isteyen Muaz bin Cebel’e (r.a) “Ey Muaz! İnsanlara karşı iyi ahlâklı ol.”10 buyurması, mü’minler arasında imanca en kâmil  olanları ahlâkça en üstün olanlar diyerek tanımlaması,11 kıyamet günü mü’minin mizanda güzel ahlâktan daha ağır basacak şeyi yoktur buyurarak, çirkin, düşük söz ve davranış sahiblerine Allah’ın buğzedeceğini bildirmesi12 ayrıca edepsizlik ve çirkin sözlerin girdiği şey çirkinleşir, haya ve güzel sözlerin girdiği şeyler de güzelleşir13 buyurarak bu ve bu nevi ifadeleriyle edeb kavramını adeta taçlandırmıştır.

Sûfi geleneğinde derinliğine işlenen bu konu hakkında Abdullah bin Mübarek; “Edebi küçümseyip önem vermeyenler sünnetlerden mahrumiyetle cezalandırılır, sünnetleri küçümseyenler farzlardan fire vermeye başlar, farzları küçümseyenler ise  marifet-i ilahîden mahrum olur.” demektedir. Cüneyd (r.a) ise aynı mevzuuda: “Kulluk; edebe sarılmaktır, azgınlık ve isyan ise su’i edebtir.” diyerek bu hususa daha keskin yaklaşmaktadır. Sûfilerden birine istinaden verilen “Zâhirî ve bâtınî edebe sıkı sıkı sarıl. Zahiren su’i edeb, zahiri cezayı gerektirir. Bâtınî su’i edeb ise bâtınî cezayı mucib olur.”14  sözlerinde edebe riayetin veya riayetsizliğin herhâlükârda bir karşılığı olacağının ifadesi olarak anlamak gerekir. Edebin dünyada en faydalı olanı ile ahirette maksuda en iyi ulaştıran şeyin ne olduğuna ilişkin sorulan bir soruya bu sahada önemli bir isim olan Hasan-ı Basrî (r.a); “Dinde fakih, dünyada zahid, aziz ve celil olan Allah hakkında ise arif olmaktır.” diyerek cevaplamıştır.15

Çeşitli kimselere mensup insanların kendilerine has edebleri bulunduğunu düşünen mutasavvıflara göre genellikle edeb; şeriat, hizmet, hak ve hakikat edebi olmak üzere dörde ayrılır. Şeriat edebi Allah tarafından vahiy ve ilhamla öğretilir. Allah, Peygamberini peygamber de ümmetini bu edeble terbiye etmiştir. Allah’ın peygamberine öğrettiğine “ilâhî edeb”, peygamberin ümmetine öğrettiğine ise “Muhammedî edeb” denir. Bu ikisini içeren şeriat edebi, şer’i hükümlerin titizlikle uygulanmasından ibarettir. Hizmet edebi ise padişahların ve devlet adamlarının huzurunda gözetilen edebdir.16

Tasavvufu sadece edebdir diyerek tanımlayan mutasavvıflar seyr-i sulûk’de edebin tayin edici rolüne işaret ederler. Zunnün Mısrî bu hususa: “Mürid edebe göre hareket etme halinden ayrılırsa, geldiği yere gider.” diyerek katılmaktadır. Aynı hâl bugün dahi İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde bulunan tekkelerin duvarlarını süsleyip, kapılarında asılı olan, evlerimizde hat örnekleri arasında bulundurduğumuz “Edep yahu!” kelimelerinde makes bulmaktadır. Kimileri bu kelimelere söyleyişine bakıp geçerken, kimileri ise bu kelimelerin taşıdığı manaların derinliğini yaşayarak hissetmektedirler. Mutlak güzeli arzulayıp, sonsuzun namelerini fani bedene taşımak isteyen sevda yüklü yürekler edeb’e riayetin bu noktada önemli bir  parametre olduğunu adları gibi bilirler. Bu nedenlerledir ki, her şeyde edebe göre hareketin en güzel örneklerini bu güzeller vermiştir. Kimileri için çok sıkıcı ve resmi olarak görülecek bu tavırlar onlar için adeta sevk–i tabidir. Zira belli bir eğitimden sonra safiyet kazanarak terakki eden ruh, ister istemez fıtratına  uygun amelleri arzulamakta ve onları köprü kılarak aslına ulaşabilmektedir. Vuslatı17arzulayan güzeller için bu köprünün kurulması esastır. Edebe riayetsizlik ise bu bağlamda aşık ile maşuk  arasında kurulan bu mukaddes köprünün bombalanmasıdır. Bu köprünün yıkılması aşıkın can damarının kesilmesi manasına gelir ki, bunu hiçbir aşık göze alamaz. Bu sevdadan haberi olmayan kimselerin bu olguyu anlamaları beklenilemez. Bu hâl insanlığın ızdıraplarını kendi ızdırapları gibi idrak eden, insanlık uykudayken alınları seccadeyle öpülen, gül nebinin öksüz emanetlerinin üzerine en azından evladının, hanımının ve malının üzerine titrediği gibi titreme hasleti gösterebilecek arslan yüreklerin kârıdır.

Edep tacının giyilmesi insanın kendisini tanıması, dolayısıyla Rabbı’nı tanıması açısından anahtar bir eylemdir. Edep; en üstün surette yaratılan insana18 mutlak manada yakışan en güzel elbise, hiçbir gücün açamayacağı şifreli kapılar için ise adetâ ilahî bir paroladır.

Nur’u Hüdâ’dan bir taç olarak şairin tavsif ettiği edebin sonsuz yarınlara ışık tutması, aslına uygun olarak anlaşılıp yaşanması dileği ve duasıyla…

 

Dipnotlar:

1. Örnekleriyle Türkçe Sözlük, (M.E.B. Yayinlari), Ankara-1995, c. 1/s.779
2. Kuseyrî Abdulkerim, Kuseyrî Risalesi, s. 456-458, 1991-Istanbul, 3. Baski (Hazirlayan: Uludag Süleyman)
3. Kur’an Enbiya, 21,73
4. Kur’an Mâide, 5,117
5. Kur’an Mâide, 5,115
6. Kuseyrî Abdulkerim, a.g.e., s. 460
7. Kur’an Tahrim, 66,6
8. Kur’an Kalem, 68,4
9. Kur’an Hadid, 9,58
10. Muvatta, Hüsnü’l Hulk, 1
11. Ebu Dâvud, Sünnet 16 (4682), Tirmizî, Rada 11 (1162)
12. Tirmizî, Birr 62 (2003, 2004), Ebu Dâvud, Edeb 8 (4799)
13. Tirmizî, Birr (1975), Ibn Mâce, Zühd (4185)
14. Ebu Hafs Sihabüddin Ömer es- Semerkandî, Avârifü’l-Meârif, s. 345-346, Istanbul-1993 (Hazirlayanlar: Yilmaz H. Kâmil, Gündüz Irfan)
15. Kuseyrî Abdulkerim, a.g.e., s. 475
16. Uludag Süleyman, D.I.A, c. 10/s. 414-5
17. Vuslat: Allah’a vasil olma anlaminda kullanilmaktadir.
18. Kur’an Tin, 95, 4