İbn’ul Vakt

İbn (oğul), ve vakt (vakit) kelimelerinden oluşup, „vaktin oğlu (evladı) “ manasını içeren ibnu’l – vakt kavramı; özlerine üflenen ilahi nefhayı bizatihi hisseden büyük ruhlu sufilerin vaktin, daha doğrusu ânin (moment) ehemmiyetini izhar için kullandıkları semboldür.Hakkı aramak adına yola çıkıp, yarı yolda kalmak istemeyen, hakka sevdalı gönüllerin taşıdıkları, daha doğrusu taşımak zorunda oldukları isimdir. Aslında bu bir akittir, Yaratan ile yaratılan arasında. Onlar (müminler) zamanı, evladın babaya duyduğu aidiyet ve saygı inceliği içerisinde kavrayıp, ilahi ve Muhammedi kıvamda yasayacaklar. Bunun karşılığında ise O verecek; cenneti, cemalini ve dahası gönlünü…

Mevlana (k.s) ölümsüz eseri Mesnevisinde(1) sufi için „ibnu’l – vakt “ kavramını kullanmış, yokluk makamını elde eden kişi içinde sâfi tanımlamasını yaparak, sâfilerin hiç bir şeyin evladı olmadıkları gibi, bu yüksek dereceyi yakalayanların zaman ve mekanla sınırlandırılamayacağını ifade etmiştir. Tasavvuf ilmi acısından mevzua baktığımızda her sâfinin öncesinin bir sufi olduğunu söylememiz mümkündür.

Zamanı „ibn’ul – vakt „kavramına uygun olarak algılayan kutlu insanlar, insanlığın ızdırabını gönüllerinde hissedip, insanlığa faydalı olabilmeyi yaratıcı ruh ile bütünleşmek noktasında temel prensip olarak kabul ederler. Simalarında secde izi bulunan bu güzeller, insanlarla muamelelerinde mümkün olduğunca affı öne alıp, şefkat ve rahmet dolu tavırlarıyla insanlığın kanayan yaralarına merhem olmaya çalışan, bu kutsi uğraşlarının sonrasında zaman, zaman horlanıp, zulme maruz kalan fakat yılmayan, güçlerini yalnızca Allah’a, Resulüne ve insana duydukları sevgiden alan, can gemilerini o sevgi uğruna gözlerini hiç kırpmadan ateşe verebilecek derecede gözü kara sevdalılardır.Çünkü onların Nebileri kendisine zulmederek ayaklarını ve yüzünü kanlar içerisinde bırakan taifliler için, kendisine helâk edilmeleri teklifi geldiğinde; „Hayır! Onlar cahil bir kavim, onlar bilmiyorlar, onları affet Allah’ım „diyen, gönlü insan sevgisiyle dolu rahmet güneşi Hazreti Muhammed’dir.(s.a.v.). Çünkü onların mabudu insanlığı kendi iyali olarak addedip, insanı kendisinin halifesi (2) olarak gören, yargılayıcı ve bağışlayıcı olup, rahmeti her şeyi kuşatan Cenab-i Haktır. (3) Kuran’ı Kerim incelendiğinde zaman mefhumuna sık, sık vurgu yapıldığı kolayca görülür. Bizatihi kitabi indiren Cenab-i Hak muhtelif surelerde zamana yemin etmektedir.(4)Kurân’da zaman manası taşıyan; Asr, dehr (5), ahkâb (6), karn (kurn) (7), vakt, ân, lemh’ul – basar (8), ebed, yıl, ay, gün, gece ve gündüz kelimeleri dinin sahibi tarafından pek çok kez kullanılmıştır.(9)Ayrıca İslâm’ın temel dinamikleri olarak ifade edilen namaz, oruç, hac, ve zekât zaman kavramıyla yakından ilintilenmiştir. Kuran-i Kerim’de müminler zamanı gereği gibi değerlendirip „lagv“den uzak durmaları noktasında övülmüşlerdir.(10) „Lagv“ Elmalı’ya göre; “ Yalan, küfür ve hezeyandır“.(11)Ibn-i Kesir’e göre ise,“ Batıl söz demektir. Bu , Allah’a ortak koşma, günah, faydasız söz ve fiilleri kapsar.“(12)Müzminlerin „lagv“den uzak durarak zamanlarını dünyevi veyahut uhrevi alanlarda faydalı islere kanalize etmeleri sure-i Mü’minun’da övülerek, onların bu hali Firdevs cennetine varis olanlarda aranan altı özellikten birisi olarak, „onlar ki, „lagv“den yüz çevirirler“(13)seklinde zikredilmiştir.Hz.Peygamber’e göre Firdevs; cennetin en ortasında ve en yüksek yerinde, cennet nehirlerinin oradan fışkırdığı, istenilmesi gereken bir yerdir.(14).Her konuda essiz örnek olan Hz.Muhammed (s.a.v.) zamanın gereği gibi değerlendirilmesine ilişkin olarak da ümmetine altın mesajlar vermiştir. Kutsal elciye (s.a.v.) göre, iki günü bir birine eşit olan ziyandadır. Ve yine ona göre, bedenin nerede yıpratıldığı,Yaratan’ın emanet olarak verdiği malin nerelerde harcandığı, ve dahası ömrün yani zamanın nasıl tüketildiği suallerine cevap verilmeden cennetin kapısı açılamayacaktır. Kişinin İslamının güzelliği onun „mâlâyâni“yi terk etmesindedir“(15)ifadesinin altında da yine zamanı „ibn’ül- vakt „kavramı içerisinde gereği gibi değerlendirmek anlayışı yatmaktadır. İmam-i Malik Muvatta’sında bu hadisin altında yine Malik’e (k.s.) ulaştığına göre diyerek Lokman’a (16)sorulan su soruyu nakleder;“- Sende gördüğümüz şu faziletin sebebi nedir ya Lokman denildiğinde; – Emaneti eda, doğru söz ve mâlâyâni’yi terk. “ diyerek cevap vermiştir. Mâlâyâni, kısaca „dünya ve ahiret için zaruri olmayan şey“ diye tarif edilir. Aliyyü’l- Kari, mâlâyâni için, „kişiyi, fiil, söz, nazar ve fikir olarak ilgilendirmeyen her şey mâlâyânidir. Mâlâyâni’nin hakikati, din ve dünyanın zaruretinde muhtaç olmadığı şeydir. Mevla’sının rızasını kazanmada ona faydası olmayan şeydir; bununda ölçüsü, onsuz hayatin devam etmesidir.“ İmam-i Gazali bu tarifi biraz daha açarak; “ Mâlâyâni, kişi sukut ettiği takdirde günaha girmediği, haline ve malına bir zarar vermediği her sözdür; sözgelimi bir gurupla oturup seyahatinden bahseden, bu seyahat esnasında gördüğü dağlar ve nehirlerden ve basından gecen hadiselerden, hoşuna giden yiyecek ve içeceklerden, kılık kıyafetten, karsılaştığı zatlar ve onların hallerinden anlatan kimse, eğer bu hususları anlatmayıp da sükut etseydi, ne günaha girerdi ne de bir zarara uğrardı. O kimse bu işte ileri gitse, ister istemez anlattıklarına bazı mübalağalar, ilaveler, çıkarmalar yapar, kendini satmalar, değişik şeyleri görmüş olmakla böbürlenmeler, hava atmalar, şunun bunun gıybetini yapmalar, Allah’ın yaratıklarından bazı şeyleri tahkirler araya girer. Halbuki insan bu esnada pek kıymetli olan ömrünü zayi etmiştir. Zikir, tefekkür gibi daha kıymetli şeyler yapmak varken bu faydasız hatta zararlarla dolu şeyleri anlatmakla faydalıyı zararlı ile değiştirmiştir. Oysa insanoğlu, dilinin amelinden hesaba çekilecektir.“(17)

İslam coğrafyasına bu kavram ışığında baktığımızda, kaşaneler gördüğümüzü iddia etmemiz mümkün değildir. Zamanın değeri, gereği gibi kavranılmamakta, bos vakitler ilim – irfan öğrenmek, insana ve insanlığa faydalı olmak noktasında faydalı işlerde değerlendirilmeyerek heba edilmektedir. Almanya’da insanların boş vakitlerini en iyi şekilde değerlendirme hususunda enstitüler, araştırma merkezleri vardır. Elemanlarının bos vakitlerini doldurma, onları mesleklerinde daha verimli kılmaya ilişkin olarak Alman şirketlerinin yıllık harcamaları Alman ekonomisi araştırma merkezinin verilerine göre 26.5 milyar marktır.(18) Hükümetin, kiliselerin, özel vakıfların birbirleriyle yarışırcasına bu alanda yaptıkları çalışmalar bu meblağın dışındadır. Almanya’nın yıllık üretiminin tek basına, 1.5 milyarlık İslam aleminden daha fazla olmasının altında yatan temel etkenlerden birisi, bizce en önemlisi; zamanın usulüne göre değerlendirilip, çarçur edilmemesidir. İslam toplumu içerisinde bulunduğu makus talihini „ibn’ul – vakt“ kavramını anlamak ve yaşamakla değiştirebilir. Siyaseti kavas, ilmi köle olarak gören ucuz yöneticilerin ve zihniyetin bu makus talihin değiştirilmesinde rol almaları beklenilemez. Onların yapacakları en büyük lütuf gölge etmemeleridir.

Asrin meşhur tasavvuf bilimcilerinden birisi olarak kabul gören, Schimmel’de tad ilim olması hasebiyle İslam tasavvufu hakkında bir şeyler yazmanın oldukça zor olduğunu ödüllü eserinin önsözünde açık yüreklilikle ifade ederek, doğu-batı dillerine olan hakimiyeti ile mezkur olan eserinde „ibn’ul – vakt „kavramına eğilmiştir. Ona göre; “ Zaman; önünde ve arkasında bulunan herseli doğrayan keskin bir kılıçtır. Bu münasebetle insan Allah (c.c) karsısında aczini idrak edip , her ânını Cenab-i Hakka teslim olma şuuru içerisinde geçirmelidir. Bundan dolayıdır ki, kendisine „ibn’ul- vakt“( Sohn des Nu ) denilmektedir. Zira sufi geçmişin, geleceğin, halin derinliklerine dalmadan, Allah’ın kendisine hediye etmiş olduğu ânı (moment) yaşar.“(19 )

Bu keskin kılıcı gereği gibi kullananlar, „siz nerede olursanız olun, Allah sizinledir“(20) hitabını gönüllerinde sıcacık hissedenlerdir. Bu kılıcın hakkını verenler, ticareti infakta öne geçmek adına adaletten sapmadan yapan, isçisini parya görmeyip hâl ve tavırlarıyla ona muasır köle rolünü oynatmayan, hiçbir kazancın kendilerini namazdan, zikirden alıkoyamayacağı (21) dava tutkunun ticaret ehilleridir. Bu sahanın bileği bükülmez erleri, sanatı Hak adına, Hakk’ı tanımak ve tanıtmak için yapan, ilmi insana ve insanlığa faydalı olmak için tahsil eden, savaşı arzu etmeyen, savaşmak zorunda olduğunda topukları üzere gerisin geriye dönüp kaçmayıp sebat ederek, vurulması gerekiyorsa alnından vurulan, kime kim tarafından yapılırsa yapılsın zulmü asla alkışlamayan saadet elcilerdir. Onlar seher vaktinin emzirdiği, gönülleri hicran ateşiyle dolu sevgililerdir…Ne mutlu o sevgililere ve onlara dost olanlara… Hayatin her anını ilahi anlayış içerisinde, „ibn’ul vakt“ kavramına uygun olarak yaşamak arzusu ve duasıyla…

—————————————————————————————-
Dipnotlar:
1 – Jalaluddin Rumi, Mathnagi – i Manavi, e.d. R.A.Nicholsun, 6.bde. ( London 1925 -1940 )
2 – K., Bakara, 30.
3 – K., A’raf, 102; Gafir, 70.
4- Bk. Mu’cem’ul – Müfehres li elfaz’il – Kur’ân – il Kerim, Ist. 1987.
5 – Dehr; başlangıcından nihayetine alemi kuşatan zaman.
6 – Ahkâb; uzun müddet.
7 – Karn, kurn; insanların yaşadığı devir.
8 – Lemh’ul – basar; göz açıp, kapama.
9 – Ayrıntılı bilgi için bk. Isfehani, Müfredat’ül – Kurân.
10 – K., Mü’minun, 3; Furkan, 72; Kasas, 55.
11 – Elmalı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c.5 / s.323, İst. 1993.
12 – İbn’i Kesir, Muhtasar- i İbn- i Kesir, c.2/ s.559.
13 – K., Mü’minun, 3.
14 – Buhari, cihad, 4.
15 – Muvatta, Hüsnü’l – Hulk, 3 ( 2, 903 ); Tirmizi, Zühd, 11 ( 2318, 19 ); İbn-u Mace, Fiten 12 (2976).
16 – Malik, Muvatta, 17 ( 2, 990 ). Lokman; Kuran’ı – Kerim’de ismi gecen bu zatin şahsiyeti, milliyeti, peygamber midir, değil midir, hangi devirde yasamıştır gibi pek çok yönü ihtilaflıdır.
17 – Canan, İbrahim, Kütübü Sitte Muhtasari, c.16 / s.378, Ankara 1995.
18 – Technologie Entwicklung und Weiterbildung, Arno Bamme und Hans Joachim Schnellenberg / Rolf Frisch, Weiterbildung als Produktivitätsfaktor, s.29, München, 1991.
19 – Schimmel, Annemarie, Mystische Dimensionen des Islams, s. 190, Frankfurt – Leipzig, 1995.
20 – K., Hadid, 4.
21 – K., Nur, 37.