İslam ve Eğlence

İfrat ve tefrit noktalarından uzak, sınırları ilahi mesajın kalemiyle çizilmiş bir eğlence ve dinlenme anlayışının fıtrî bir ihtiyaç ve olgu olduğu aşikardır. Bu olguyu din ve dindarlık adına yok sayıp, görmezlikten gelerek şuur altında baskıyla tutanlar veya tam tersi hayatı ve dünyayı sadece bir eğlence mekanı olarak tanımlayıp, hayatlarını bu felsefe üzerine oturtarak geçiren kimseler, bu noktada ifrat ve tefritin bir bakıma temsilcileri durumundadırlar. Mızrakları çuvala sığdırmaya çalışmanın, akıntıya kürek çekmenin hiç bir manası yok… Mademki bu duyguyu fıtrî olarak niteliyoruz, o zaman bu duygunun dinin öngördüğü meşruiyet alanı içerisinde yaşanması gerekir. Dinin öngördüğü meşruiyet alanı kavramı burada yine pek çok noktada olduğu gibi temeldir.

Bu alanın tayinini yapacak olan şüphesiz Kuran’ın ilgili ayetleri ile sahih hadislerdir. Özellikle ilgili hadis metinlerinde dönemin sosyo-kültürel şartlarının ve örfî değerlerinin öne çıkması, bu hadislerin yorumlanması ve günümüze taşınması hususunda gözden kaçırılmaması gereken önemli noktalardır. Bu meşruiyet alanının tayininde, usule dayalı, ilgili ayet ve hadislerin farklı yorumlarından kaynaklanabilecek, konunun detaylarına özgü bazı ayrışımlar olabilir. Başka naslarla çatışmayan, öze dayalı olmayıp, detayla ilgili, yoruma dayalı bu ayrışımları da rahmet olarak algılamak gerekir.

Şifa ve rahmet vesilesi olarak insanlığa gönderilen ilahi mesajın (Yunus, 57, İsra 82, Fussilet 44) oyun ve eğlence hususundaki tavrı ve bu tavrın gereğine uygun anlaşılması yukarda da ifade edildiği gibi esastır. Bünyelerinde laib (oyun) ve lehv (eğlence) kelimelerini taşıyan ayetler incelendiğinde , oyun ve eğlence kavramları kimi ayetlerde ahiret hayatına kıyasla dünya hayatının küçümsenmesi ve tezyif edilmesi bağlamında, (En’am, 32, Ankebut 64, Muhammed 36, Hadid 20); kimi yerde dünya hayatının kendilerini aldatmaları neticesinde dini kendilerine oyun ve eğlence ittihaz edenlerin terk edilmesi ve içine düştükleri yanlışın izah edilmesi sadedinde (En’am 70, A’raf 51), kimi yerde de ticaret ve eğlence beraber kullanılarak, kutlu Elçiyi ayakta bırakıp, onun getirmiş olduğu mesajın önüne eğlence ve ticareti geçirenlerin aslında bu işten zararlı olduklarını ifade etme bağlamında kullanılmıştır (Cuma, 11). Ayrıca Kuran yerin ve göğün ve ikisi arasında bulunan şeylerin bir oyun olsun diye yaratılmadığını (Enbiya, 16; Duhan, 38) vurgulayarak , hayatı sadece oyun ve eğlence olarak algılayan yaralı benlikleri sarih ve nezih bir kıvamda uyarmış ve insanlığın yaratılış gayesinin, kendisinden gelip, kendisine dönmekte olduğumuz (Yunus 56), yaşatan ve öldüren (Al-i İmran 156; A’raf 158; Tevbe 116; Müminun 80), ağlatan ve güldüren (Necm, 43) Sübhan’a kulluk olduğunu ifade etmektedir (Zariyat 56).

Konuyla ilgili yukarda zikrettiğimiz ayetler incelendiğinde ilk bakışta Kuran’ın oyun ve eğlenceye karşı bir tavır aldığını, zira oyun ve eğlence kavramlarının ilgili ayetlerde küçümsenme ve tezyif manalarını içerdiği söylenebilir. Fakat ayetlerde negatif yüklü kullanılan bu kavramlar, dünya hayatına karsı ahiret hayatinin üstünlüğünün zikredilmesi, hayatı sadece ve sadece oyun ve eğlenceden ibaret görerek benliklerine zulmedenlerin ikaz ve ihtar edilerek asıllarına dönmelerinin temin edilmesine yöneliktir. Ayetlerde mutlak manada eğlence ve oyunun yasaklanmasına matuf bir ibare ve hüküm yoktur. Zira kimi ayetlerde oyun ve eğlencenin yani sıra, ticaret (Cuma, 11), ziynet, evlat ve malların artırımı gibi mefhumlarda beraber zikredilmiştir (Hadid, 20). Bu noktadan hareketle şunu kolaylıkla söyleyebiliriz, tayin edilen ölçüler içerisinde ticaret, ziynet, mal ve evladın artırılması ne denli fıtri, meşru ve doğal ise, ana hatları vahyin ölçütleriyle belirlenmiş oyun ve eğlence de o derece fıtri, meşru ve doğaldır. Burada da diğer konularda aslonulduğu gibi İslam’ın temel yaklaşım ve esprisi kulluğun ve kulluk şuurunun önüne dünyalık değerlerin oturtularak, Rahman’a açılan gönül pınarının kurutulmamasıdır.

Kuran’ın ete kemiğe bürünmüş hali olarak tasvir edilen ve Kuran’ın eşsiz ve yegane müfessiri olan, kendi heva ve hevesinden konuşmayan (Necm 3), verdiğinin alınması, nehyettiğinden de kaçınılması ilahi mesaj tarafından emredilen (Haşr 7) Nebi aleyhisselatu vesselamın bu husustaki sözleri ve uygulamaları vahyin mesajının daha iyi anlaşılması noktasında şüphesiz elzemdir. İlgili hadislere baktığımızda gül Nebi’nin bazı özel günlerde bir takım eğlencelere kendi mescidinde dahi izin verdiğini açıkça görmekteyiz. Konu ile ilgili olayı Hz. Aişe radıyallahu anha söyle anlatıyor: „Ben mescidde oynayan Habeşlilerin oyunlarını usanıncaya değin seyrederken Resülullah aleyhisselatu vesselamın beni rıdası ile örttüğüne şahit oldum. Artık genç bir kızın ne denli eğlenceye düşkün olabileceğini siz takdir edin!“ (Buhari, Salat 69, Iydeyn 2, 3, 25, Cihad 81, Menakıb 15, Fezailu’l-Ashab 46, Nikah 82, 114; Müslim, Iydeyn 18 (892); Nesai, Iydeyn 35, (3, 195). Hadiste gençlik kavramı üzerine Hz.Aişe validemiz tarafından yapılan vurgunun ilgililer ve özellikle Ebeveyn tarafından gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus olduğu kanaatindeyim. Mescitte oynanan oyunun mahiyeti hakkında değerlendirme yapacak olduğumuz da, hadis metinlerinde karsımıza çıkan temel bulgu, bunun diğer hadislerde de görüleceği gibi Habeşlilerin örf ve adetlerinden olan harbe (mızrak) oyunu olduğudur.

Hz. Peygamberin özel günlerde de, o günü diğer günlerden ayıran bir takım etkinliklere müsaade ettiği, hatta tavırlarıyla o günlerin neşeli geçmesini arzuladığını hadis metinlerinden anlamaktayız. Resülullah’ın huzuruna kendilerine özgü oyunlarıyla gelen Habeşlilerin oyunlarını Resülullah’ın omuzlarından, onun daveti üzere izlediğini Nesai’den gelen başka bir rivayette Aişe validemiz bakın nasıl anlatmakta: „Bir bayram günü Sudanlılar, Resülullah aleyhisselatu vesselam’ın yanına oynayarak geldiler. Aleyhisselatu vesselam beni çağırdı. Resülullah’ın omuzları üzerinden onların oyunlarını kendi arzumla ayrılıncaya değin izledim.“ (Nesai, Iydeyn 34 (3, 195). Aişe validemizden nakledilen diğer bir hadiste Efendimizin evinde Buas harbiyle alakalı türkü okuyan iki cariyeden bahsedilmekte ve Nebi Ekrem Efendimizin eve gelmesi sonrası tavrı anlatılmaktadır. Konumuz acısından oldukça önemli ittihaz ettiğim bu hadiseyi Aişe validemiz bakiniz nasıl anlatmakta; „Nebi aleyhisselatu vesselam, benim yanımda iki cariye Buas harbiyle alakalı türkü okurlarken çıkageldi. Yatağının üzerine yan üstü uzandı ve yüzünü aksi istikamete cevirdi. O esnada babam Ebu Bekir (r.a.) içeri girdi ve beni azarlayarak, „Resülullah’ın evinde şeytan çalgısı ha!“ dedi. Bunun üzerine Nebi aleyhisselatu vesselam Ebu Bekir (r.a.) yönelerek; „Bırak onları (söylesinler)!“buyurdu. Onlar sohbete dalıp, bizden dikkatlerini çekince, ben cariyelere göz işareti yaptım, kalkıp gittiler.“ Hz. Aişe devamla dedi ki: „Bir bayram günüydü, Siyahiler, mescitte kılıç-kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben mi Resülullah (a.s.v)’dan talep etmiştim, yoksa o kendiliğinden mi seyretmek ister misin?“ buyurdular. Ben : Evet dedim. Kalktı, beni geri tarafına aldı, yanağım yanağının üstünde olduğu halde durduk. „Ey Erfide oğulları göreyim sizi (oynayın)“ diyordu. Ben usanıncaya kadar böyle devam ettik. (Usandığımı fark edince) „Yeter mi buyurdular. Ben „Evet“ dedim. „Öyleyse git“ dediler.“ (Buhari, Iydeyn 2, 3, 25, Cihad 81, Menakıb 15, Menakibu’l-Ensar 46, Nikah 82, 114; Müslim; Iydeyn 19, (892); Nesai, Iydeyn 35-36, (3, 195-197).

Ayrıca Nebi Ekrem Efendimizin Medine’ye hicreti esnasında şehre girişi herkesçe malumdur. Onun için yakılan en sevdalı, yanık şarkılar heyecanın ve sevginin o mahaldeki o zamana değin rastlanmayan tonuna şahitlik etmişti. O karşılayışta Habeşlilerin yine o kendilerine özgü harbe oyunlarını sevinçlerinin nişanesi olarak oynadıklarını bilmekteyiz. Bu karşılama nedeniyle okunan o şarkılara ve kutlamaya Nebi Ekrem Efendimizin herhangi bir itirazının olduğu yönde herhangi bir rivayet olmadığı gibi, bu nevi karşılamaların savaş sonrası dönüşlerde de yapıldığını ve hatta Tebük seferi sonrası yapılan karşılamanın ve merasimin görkemli olduğunu bilmekteyiz. Hz. Peygamber’in Medine’ye girişini tasvir eden hadislerin birisinde Hz. Enes radıyallahu anh kutlu Nebi’nin Medine’ye girişini şöyle anlatıyor: „Resülullah aleyhisselatu vesselam Medine’ye geldiği zaman, onun gelişine duyulan sevincin bir izharı olarak Habeşliler harbeleriyle oynadılar.“ (Ebu Davut, Edeb 59, (4923).)

Hz. Peygamberin huzurunda Habeşlilerin oyun oynamalarının muhtemelen caiz ve şık olmayacağı zannıyla, huzurda oyunlarını sergileyen Habeşlilere bizzat Hz.Ömer tarafından fiziki müdahale edildiğini ve Hz.Peygamber’in Hz. Ömer’e: „onları bırak ey Ömer! Oyunlarını oynasınlar!“ buyurduğunu yine hadis metinlerinden öğrenmekteyiz. Ebu Hureyre (r.a) bu olayı bize şöyle anlatıyor: „Habeşliler, harbeleriyle Resülullah aleyhisselatu vesselam’ın yanında oynarlarken Ömer radıyallahu anh içeri girdi. Hemen yere eğilip çakıl alarak onlara fırlattı. Aleyhisselatu vesselam „Ey Ömer! Bırak onları oynasınlar!“ buyurdu. (Buhari, Cihad 79; Müslim, Iydeyn 22, (893); Nesai, Iydeyn 35, (3, 196).

Neşeden ve eğlenceden nasibini alması gereken önemli günlerden birisi de şüphesiz, nisan ve düğün merasimleridir. Günümüzde maalesef bazı kimselerin din ve dindarlık adına böylesine özel ve güzel günleri, normal günlerden farksızmış gibi kasvete bürüdüklerine üzülerek şahit olmaktayız. İşin acı tarafı ise, din ve dindarlık adına bu eylemin yapılmasıdır. Oysa dinin referans gösterdiği temel kaynaklar ve ashabın uygulamaları bu günlerin vahyin çizdiği birtakım temel çizgi ve sınırlar gözetilerek neşe ve eğlenceye vesile olacak birtakım aktivitelerle geçirilmesidir. Bu hususta Nebi Ekrem Efendimizin Habeşlilerin harbe oyunlarına mescidinde müsaade etmesi ve hatta onlara mani olmak isteyenlere fırsat vermemesinden yola çıkarak, örfi birtakım eğlence unsurlarına vahyin ana hatlarını aşmadıkça genişlik göstermenin din adına gerekliliğinden söz etmemiz gerekir. Aksi takdirde meşru yollardan tatmin edilmeyip, şuur altına atılan bu duygu da, hayatı sadece bir eğlence olarak algılayıp, sınırsız oranda eğlenceye boğulan benlikler gibi insanin kimyasını ve dengesini bozarak, benliğinde yaralar açacaktır. Hz. Peygamber’le Bedir Savaşına katılmış seçkin sahabelerden Karaza Ibn Kab ile Ebu Mesud el-Ensari’nin bir düğün esnasındaki tavırlarına ilişkin Amr Ibnu Sad’ın anlattıkları bu noktada önemlidir. Nesai’den gelen rivayetle Amr Ibnu Sad radıyallahu anh anlatıyor: „Bir düğün sırasında Karaza Ibnu Kab ve Ebu Mesud el-Ensari’nin yanına girdiğimde bir kısım cariyeler şarkı söylüyorlardı. (Dayanamayıp): „Sizler, Hz. Peygamber’in Bedir ashabındansınız, nasıl sizlerin yanında bu işler yapılır“ dedim. Onlar da bana: „Dilersen bizimle otur dinle veya git. Zira bize düğünlerde eğlence ruhsatı verildi!“ dediler.“ (Nesai, Nikah 80, (6, 135). Azimetle amel etmek şüphesiz seçkinlerin önemli vasıflarındandır, ama herkesten azimetle amel edilmesi beklenilemez, o kişilerin kendi hallerine uygun olarak yöneldikleri ihtiyari bir secimdir. Burada önemli olan ruhsatların varlığının da unutulmaması ve ruhsatı seçenlerin de din adına kınanmaması gerektiğidir. Hz. Aişe validemizden rivayet edilen diğer bir hadiste ise Hz.Peygamber’in bizzat düğünlerde eğlence bulunması gerektiğine ilişkin ifadesi yer almaktadır. Bakınız Aişe validemiz bu hususta neler söylemektedir; „Bir kadını Ensar’dan bir erkekle evlendirmiştik. Resülullah aleyhisselatu vesselam: „Ey Aişe! Eğlenceniz yok mu? Zira Ensar eğlenceyi sever!“ buyurdular.“ (Buhari, Nikah 63).Bu ve konumuzla ilgili olup, burada nakletmediğimiz diğer hadislerden de anlaşılacağı üzere vahyin çizmiş olduğu sınırlar içerisinde insan onurunu yaralamayan eğlence ve eğlence anlayışının İslam’da yeri vardır ve hatta belli zamanlarda bu eğlencenin gerekliliği ve zorunluluğu metinlerde vurgulanmıştır. Yeter ki bu eğlence ve eğlence anlayışı, vahyin getirdiği mesajı ve bu mesajı aslına uygun olarak taşımak suretiyle kemale ve vuslata erecek olan insanoğlunun özünü tahrip ederek, zedelemesin.

Hz. Peygamber Araplar arasında hayvanların dövüştürülerek ve nişan tahtası haline getirilerek hayvanlara eğlence adı altında bir nevi işkence yapılarak yapılan etkinlikleri de kesin ifadelerle yasaklamıştır. Bazı yörelerde hala süregelen ve basında zaman, zaman yer bulan bu nevi etkinlikler insan onurunu zedelemektedir. Kendilerini medeni olarak telakki eden bazı ülkelerde bunun bir örf-adet olarak arenalarda teşhir edilmesi ise bir insanlık ayıbından başka bir şey olmasa gerektir. Bu işlerden haz ve zevk duyan hasta kimselerin vahyin süzgecinden geçirilerek bünyelerine karısan zararlı mefhumlardan temizlenmeleri ve tedavi olmaları gerekir. Bu konuya ilişkin İbni Abbas’dan gelen rivayetlerde Hz. Peygamber söyle buyurmaktadır: „İbni Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: „Hz. Peygamber (dövüştürmek için) hayvanların arasını kızıştırmayı yasakladı.“ Ebu Davut, Cihad 56, (2562); Tirmizi, Cihad 30, (1708, 1709). Yine İbni Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: „Resülullah aleyhisselatu vesselam buyurdular ki; „Kendisinde ruh olan hiç bir canlıyı hedef tahtası olarak kullanmayın.“ (Müslim, Sayd 58, (1957); Tirmizi, Sayd 1, (1475); Nesai, Dahaya 41, (7, 238, 239.)

Eğlence nitelikli olsun veya başka amaçlara müstenit olsun içerisinde kumar bulunan her türlü oyun İslam acısından haramdır. Cemiyet bünyesinde onulmaz yaralar açan ve pek çok yuvanın yıkılmasına veya temelden sarsılmasına neden olan kumar rahmet vesilesi olarak insanlığa indirilen Kuran’da şeytan işi pislik olarak tavsif edilmektedir. (Maide, 90). Ayni ayette kumarla birlikte şeytan işi pislik olarak addedilip, ayrıca bütün kötülüklerin anası olarak tavsif edilen alkolün, bir parça olarak bulunduğu bütün eğlence türleri de İslam acısından haramdır. Eğlence anlayışını ferdin ruh dünyasını, toplumun ise temellerini dinamitleyen bu değerler üzerine oturtanlar bunun maddi ve manevi faturasına devamlı ödeye gelmişlerdir ve ödeyeceklerdir. Özlerini isyana dönük eğlence mekanlarında kaybederek, kulluğun bağrında yara açanlar, zaman geçirmeksizin vahyin ana kucağına kendilerini teslim ederek şifayap olmaları gerekir…

Bütün bu söylenenlerin yanında sufi literatüründe zikredilen, eğlenceyi tevhitte, zikir meclislerinde, seher vaktinde çekilen istiğfarlarda ve Allah için dost oldukları insanlarla bir araya gelmekte arayan aşk ehli kimseler de vardır. Tevhidin ve zikr-i Rahman’ın, Sübhan’ın boyasına banmış olan bu büyük yüreklerde bıraktığı haz ve sevinç her türlü tarif ve vasfın üzerindedir. Onlar feyz-i İlahi’nin oluk, oluk yağdığı seher vaktinde doğan aşk-i İlahinin çocuklarıdır. İçlerinde Mutlak Sevgili’ye duydukları derin aşk onları ister istemez hep o vakte doğru çeker. Asıkları besleyen aşk pınarının bütün kapakları o vakitte sonuna değin açılması nedeniyle o vakti gözetlemek ve o vakitten beslenmek onlar için hem bir zaruret ve hem de tadı ruhun derinliklerine değin işleyen bir eğlence olur. Zira diğer vakitler onları doyurmaz. Onların alış veriş yaptıkları pazar seher vakitlerinde kurulur. O pazarın tezgahında aşk, ihlas, ihsan, takva, istiğfar, göz yası ve kökü Hz. Muhammed’e dayalı olan gül ve onun kokusu bulunur. İnsanlık uykuda iken, bu sevdalı erlerin kainatla beraber o vakitte huzura durmaları, yer ve gökte bulunanlarla (Haşr, 24; Cuma, 1; Tegabun, 1), onları annelerinin rahimlerinde dilediği gibi şekillendiren (Al-i İmran, 6) ve zikredilmeye en layık olanı, Sevgili’yi zikretmeleri, günah ve kusurları hatırlayıp bir damlası dünya içinde ve dışında bulunan her şeyden daha değerli olan o göz yaslarını dökmeleri, Allah’a sevgili ve dost olma isteğinin onları onlardan alan o hazzı ve dahası kemiklerine değin sinen kulluk makamının tadı… İşte bütün bunlar aşk ve tevhit ehlinin neşesine neşe, eğlencesine eğlence katan kökü Rahman’a ve onun askına dayalı aktivitelerdir.

Buraya kadar yapılan değerlendirmelerden yola çıkarak diyebiliriz ki, İslam vahyin sınırlarını çizdiği eğlence nitelikli faaliyetlere karsı tavır almamakta, ve hatta bazı durumlarda bizzat Hz. Peygamber vahyin dokusunu zedelemeyen eğlenceyi teşvik etmektedir. İslam’ın karsı durup, tavır aldığı ve yasakladığı eğlence, vahyin doğurmaya çalıştığı kamil insan modelini tahrip etmeğe yönelik olan eğlence ve eğlence anlayışlarıdır.

Vahyin çizdiği sınırlar içerisinde eğlenmek, eğlencesi seher ve tevhit olan aşk ve gönül ehline dost olmak, benliklerini sınırsız bir eğlence anlayışına teslim ve terk ederek yaralanan gönüllerin şifa bulacağı yegane makam olan vahyin mesajını, özüne uygun olarak anlamak ve anlatmak temennisi ve duasıyla…
————————————————————————————-

Dipnotlar:
1- Bu ayet-i kerimeler için bkz. Muhammed Fuad Abdulbaki: el-Mu’cem el-Mufehres li Elfaz’il-Kur’an il-Kerim, 1987 İstanbul, S. 647 ve 653.
2- Elmalı bu ayetin tefsirinde gönülleri oyunda olup, Allah’ın uyarılarını hafife alan güruhu benliklerine zulmeden kimseler olarak nitelendirmektedir; „(…) Gönülleri oyunda olan ve Rahman’ın zikr-ü ihtarını eğlence yerine koyan o zalimlerin tevehhüm etmek istedikleri gibi oyuncak değildir.“ Elmalı, M. Hamdi Yazır: Hak Dini Kur’an Dili, 1982 İstanbul, C. 5, S.3344.