Ahsen-i takvim üzere yaratılan insanoğlunun(1) başı boşluğa terk edilmedigi(2), kendisine ruhundan üfleyen(3), yerin ve göğün sahibi mutlak kudrete, can emaneti alınıncaya değin ibadet etmesi gerektigi(4) kelâm-i İlahî tarafından ilan edilmiştir. Dünya hayatının acısıyla tatlısıyla bir imtihan unsuru olduğu; evladın, karı-kocanın, mal ve paranın, yığılı gümüş ve altınların, arazilerin, güzel evlerin, güzel bineklerin, insanlara isabet eden hayrın ve musibetin sonuçta bu imtihanın bir parçası olduğu gerek ilgili âyetlerden ve gerekse de bu ayetleri hayatlarıyla yaşayarak özdeşleştiren nurlu elçilerden ayan beyan anlaşılmaktadır. Bütün bu mefhumları bu zorlu imtihanın parçası kabul edip, çalışarak üreten ve ürettiğini insanlıkla paylaşmak suretiyle insanlığa faydalı olan, merkeze devamlı Rahman’ı ve O’nun rızasını koyan nurlu yüzlere sadece gıpta edilerek saygı duyulur.
Aslında vahyin ve onu tebliğ eden nurlu dillerin yegâne amacı, her anında Rahman’ı ve O’nun rızasını hedef alan, her daim kefenin arasına sokarak sevgiliye sunacağı gülleri derlemeye çalışan, malın ve evladın fayda sağlamayacağı güne kalb-i selîm ile ulaşacak şanlı erleri vücuda getirmektir.
Gerçek muhaciri Allah’ın yasaklarında kaçan, gerçek pehlivanı sinirlendiği an sinirine hakim olan kisi(10) olarak nitelendiren Gül Nebi, gerçek müflisi de kıyamet gününde elinde yapmış oldukları hatalar nedeniyle hasenatları tükenen kimse olarak nitelendirmişlerdir. Ebu Hureyre radıyallahu anh’den gelen rivayette bakınız Hz. Peygamber gerçek müflisi nasıl izah etmektedir: „Peygamber aleyhisselatu vesselam ashâba, sizler müflis nedir bilir misiniz? diye sordular. Ashâb müflis hiçbir malı ve dirhemi kalmayan kimsedir dediler. Bunun üzerine Nebi-i Ekrem aleyhisselatu vesselam buyurdular ki, ümmetimin müflisleri o kimselerdir ki, kıyamet günü eda ettikleri namaz, tuttukları oruç ve verdikleri zekatla gelirler. (Bütün bunların yanında) Bu kimseler kimine küfretmiş, kimine iftira atmış, kiminin malını yemiş, kiminin kanını akıtmış ve kimine de şiddet uygulamışlardır. Bu kimselerin yapmış oldukları (haksızlıklara karşılık) hasenatlarından alınarak kısas yapılır. Hasenatları yapmış oldukları haksızlık nedeniyle yapılan kısas neticesinde bitince, haksızlık edilen kimselerin hatalarından alınarak onların üzerine atılır ve (sonuçta) o kimseler cehenneme gider.“(11) Biz amellerini rıza-i İlâhîyi gözeterek ihlasla yapmayanların kıyamet günü amellerinin yüzlerine çarpılarak, kimin için ibadet edip, amel ettilerse ecrin onlardan istenmesi gerektiğini hadis kaynaklarında bulunan ilgili rivayetlerden bilmekteyiz. Fakat yukarda ifade edilen metinden de anlaşılacağı üzere burada söz konusu olan amellerin ihlaslı yapılıp yapılmaması değil, amel sahibi olan insanların başka insanlara yapmış oldukları haksızlık nedeniyle, kısas sadedinde ecirlerinden alınarak onlara verilmesi durumudur. Bu hadiste de öne çıkan temel husus ahiret hayatının her halükârda öne alınarak, oranın ciddiye alınması, diğeri ise kul hakkına âzamî riâyet edilmesidir. Kul hakkı denince toplumda yerleşmiş olan ve sadece mal ve meta üzerine dayalı yaygın bir dar anlayışın varlığından söz etmek mümkündür. Oysa ki hadis metninde haksız yere mal yemenin yani sıra, kötü söz, iftira, darb ve kan akıtma da kul hakları arasında zikredilmiştir.
Kur’an’da ve Hadislerde ifade edildiği üzere asıl kazananlar, kulluk şuurunun bilincinde olup yalnız Allah’a ibadet ederek, yardımı yine yalnız O’ndan bekleyenlerdir. Asıl kaybedenler ise rıza-i İlahî’nin önüne başka değerler oturtarak, kulluğu gölgeleyen, araçları amaç haline getirmiş, ahlâk-i Muhammedî’den bî-haber olan zavallı kimselerdir.
Hayatı Kuran’ın çizdiği boyutlar içerisinde kavramak, malın ve evladın fayda sağlamayacağı güne ve o günün sahibine kalb-i selîm ile varmak, İlahî metinlerde övülen „hümü’l-fâizûn“ sınıfına dahil olmak dileği ve duasıyla…