Kur’ân ve hadis metinlerinin ışığında komşuluk ve hakları

İslam öncesı cahiliyye1 arap toplumunda da önemli bir değer olarak algılanıp, genelde hakları muhafaza edilmeye çalışıldığı ifade edilen komşuluk müessesi,2 şüphesiz insanoğlunun en eski ve önemli müesseselerinden birisidir. Sağlıklı bır toplumun oluşumunda sağlıklı birey ve ailelerin varlığı ne derece hayati ise, bu birey ve ailelerin huzur ve mutluluğunun temini noktasında da, onların etrafında veya yakınlarında bulunan hak ve hukuk bilinci gelişmiş komşularının varlığı o derece önemlidir.
Komşuluk ve hakları insanlığa rahmet ve şifa kaynağı olarak indirilen Kur’ân’da3 ve onun en önemli tefsir kaynaklarından birisi olan hadis metinlerinde çeşitli boyutlarıyla ele alınarak işlenmiştir.

İlgili ayet ve hadislerde konunun ehemniyeti üzerine vurgu yapılarak, muhatablardan komşuluk ve hakları hususunda gerekli duyarlılığın gösterilmesi arzu edilmiştir. Kimi zaman bu arzu metinlere tavsiye niteliğinde yansısa da, çoğu zaman emir sigasında makes bulmuştur.

Özde insanın iç ve dış dünyasının huzur ve sükûnunu esas alan ilahi mesaj, bir yandan getirmiş olduğu bir takım esaslarla bu huzuru temin edecek iç ve dış ortamı sağlamaya çalışırken, diğer yandan da bu huzura kastetmiş bir takım amillerı bertaraf etmeyi esas alır. Bireyin huzur ve sukûnu için, bireyin diğer bireylere, topluma ve çevreye karşı hak ve hukuk ve sorumluklarını bilip ona göre hareket etmesi çok önemli bir adımdır, ama yeterli değildir. Bu huzur ve sükûnun gereği gibi sağlanmasında bireyin yanında bireyin muhatab olduğu bireylerin, toplum ve ve çevrenin de aynı sorumluluk ve hak-hukuk duygusunun bilincinde olması gerekir. Temel etik değerlerden, hak-hukuk duygusundan ve insanlığa karşı sorumluluk bilincinden nasibini alamamış bireyler, bulundukları ortam, cemâat, kurum ve kuruluşlar için bünyede birer urdurlar. Evet, reel olarak bakıldığında sorunsuz bir cemaat, sorunsuz bır toplum ve sorunsuz bir dünya düşünülemez. Ama en azından insanlığın temel etik değerlerine bağlı, hak-hukuk bilinci gelişmis, insanlığa karşı kendisini sorumlu hisseden, içi ve dışıyla barışık altın bir neslin yetişmesine vesile olabilecek kanalların açılmasına el birliğiyle omuz verilebilir. Bu konuda örgün ve yaygın eğitim kurumlarının hedeflenen ve arzu edilen bireyin yetişmesine uygun araç-gereç ve proğramlarlarla donatılması, ulusal ve mahalli yazılı ve görsel medyanın bu hedefe uygun yayın yapmasının yanında sivil ve idari kurum ve kuruluşların bu husustaki koordineli çalışmaları başarıya ulaşmak için elzemdir…Bütün bunların yanı sıra toplum içerisinde yaşayıp, bireyler için numune ittihaz eden, benden öte beni keşfetmiş basiret ehli gönül erlerinin de bu huzur ortamının teşekkül edilmesındeki say’u gayretleri, insanı ve insanlığı merkeze alarak ona sonsuzun kapılarını aralamak hususundakı feryatları da hiç bir zaman gözardı edilmemesi gerekir…

Uzak-yakın komşu kavramları

İslamın en temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, kendisine ibadet edilmesini ve O’na şirk koşulmamasını emrettikten sonra başta anne-baba olmak üzere kendilerine iyilik yapılmasını istediği bir takım kimseleri sekiz sınıf içerisinde zikretmiştir. İlgili ayette kendilerine iyilik yapılması istenilen sekiz sınıfa bakıldığında komşu, yakın ve uzak komşu diye ayrı ayrı adlandırılarak birbiri ardınca şöyle ifade edilmiştir:„Allaha ibadet edin ve Ona hiç bır şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetci ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenıp duran kimseyi sevmez.“ (Nisa, 4/36)

Ayetle ilgili tefsirlere bakıldığında yakın ve uzak komşu tanımları hususunda farklı görüşlerin bulunduğu göze çarpar. Yakın ve uzak komşu kavramları genelde kişi ile komşusu arasındaki akrabalık bağı ile irtibatlandırılmış, bazen de kişi ile komşusu arasındakı fiziki mesafe olarak algılanmıştır. Taberî (ö. 310 H./922) ilgili ayette geçen yakın komşu kavramınının kimi ulemaya göre islâm ile, yani kişinin müslüman komşusu olarak tarif edildiğini söylerken, yine aynı noktada bu hususa Ebû Cağfer’in itiraz ettiğini kaydetmektedir. Ebû Cağfer’e göre yakın komşu olarak manalandırılan ve komşu kelimesıne sıfat olarak kullanılan yakın (al-qurba) kelimesinin arap dilindeki kullanılışı esas alındığında, bu yakınlığın dini yakınlıkdan ziyade akrabalıktan doğan yakınlık olduğudur. Uzak komşu kavramı hususunda da pek çok görüşe eserinde yer veren Taberî, bu hususda İbn Abbas, Katade, İbn Zeyd, Dahhak ve Mücahid gibi tefsir ilminde hatırı sayılır yerleri olan ulemanın görüşlerine yer verir. İsmi zikredilen bu ulemaya göre uzak komşu başka bir kavme ait olup, kendisiyle arada akrabalık gibi bir yakınlığın bulunmadığı kimsedir. Taberî’de nakledilen diğer bir rivayete müşrikler uzak komşu olarak vasıflandırılırken, diğer bir rivayette ise ehl-i kitab uzak komşu olarak vasıflandırılmıştır. Bu görüşler üzerine değerlendirme yapan Ebû Cağfer uzak komşunun müşrik, ya da ehl-i kitaptan olanlar için kullanılmasının doğru olmadığını belirtmiş, konuya ilişkin açıklamalarını yine yakın akrabada olduğu gibi neseb bağı üzerine kurmuştur. Ona göre yakın ve uzak komşu kavramlarının izahında komşunun müşrik, hiristiyan, yahudi veya müslüman olmasının pek manası yoktur. Bu hususda önemli olan kriter komşular arası akrabalık ve yakınlık bağlarıdır. Bu izaha göre aralarında neseb itibariyle yakınlık olanlar yakın komşu, yakınlık olmayanlar ise uzak komşudur.4 Bütün bunların yanı sıra ayette geçen yakın komşu kavramı için İbn Mesud kişinin hanımı tanımını yaparken, uzak komşu için ise Mücahid, yolculuk esnasındaki arkadaş tanımını yapmaktadır.5 İmam Kurtubî (ö. 671 H./1272) yakın ve uzak komşu kavramına açıklık getiriken Hz. Aişe validemizle Rasulullah (s.a.v.) arasında geçen ve Buharî ve Ebû Davut tarafından nakledilen şu konuşmaya yer vermektedir:

 

Hz. Aiş’e (r.a.)’dan rivayetle: „(Bir keresinde) Ey Allahın Resulü! dedim, iki komşum var, hangisine öncelikle hediye vereyim?“ „Sana kapı itibariyle hangisi yakınsa ona!“ cevabını verdi.” [Buhari, Edeb 32, Şuf’a 3, Hibe 16; Ebû Davut, Edeb 132 (5155)]. Kurtubî bu hadisi naklederek, ulemadan bir cemaatin bu hadise dayanarak, ayette geçen yakın ve uzak komşu kavramına açıklık getirdiklerini ifade etmektedir. Onlara göre yakın ve uzak komşuluğun kriteri kişinin meskeniyle komşusunun meskeni arasındaki mesafedir. Bu yaklaşıma göre yakın mesafede bulunan yakın, uzak mesafede bulunan ise uzak komşudur ve hadiste de ifade edildiği gibi hediye verilmeye en lâyık olanı kapısı size en yakın olanıdır. Yakın ve uzak komşu tanımının meskene yakınlık ve uzaklık bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini düşünen ulema, ayrıca bu hadisi komşunun şuf’a hakkının6 gerekliliği hususunda da delil olarak değerlendirmişlerdir.7 Uzak ve yakın komşu hususundaki bu son yaklaşımın, bugün için de geçerli bir yaklaşım olduğunu en azından muhatab olduğumuz islâm toplumları için söyliyebiliriz. Bugün içinde mesken itibariyle size yakın olanlar sizin yakın komşunuz, uzak olanlar ise uzak komşunuz olarak algılanmaktadır. Akrabalık bağı ilahi mesajın öğretileri nazar-ı itibar alındığında, her dem komşuluk bağının üzerindedir. Nitekim yukardaki ayette de kendilerine iyilik yapılması gereken sekiz zümre ifade edilirken akrabanın, anne-baba’dan hemen sonra zikredildiği görülmektedir…

İşarî tefsirlerde uzak-yakın komşu kavramları

İlgili ayete ayetin zahiri ve batıni manaları bağlamında yaklaşan İmam Tüsterî (ö. 283 H./896), ayetle ilgili zahiri mana hususunda, uzak komşuyu kendisiyle bir bağın bulunmadığı yabancı kimse, ayette geçen yakın arkadaş ifadesini kişinin zevcesi veya yol arkadaşı, yolcuyu ise misafir olarak açıklamaktadır. İmam Tüsterî ayetin batıni manası hususunda ise, yakın komşuyu kalb, uzak komşuyu kişinin tabiatı, yakın arkadaşı şeriate uyan akıl, ayette geçen yolcu kavramını ise Allah’a itaat eden organlar olarak tanımlamıştır.8 Bu ayetin tefsirine aynı boyuttan yaklaşan İmam Kuşeyrî (ö. 465 H./1072) kişinin ev komşusuna yapması gereken ihsanın, aynı sekilde ve hatta fazlasıyla kişinin kötü duygu ve düsünçelerden arındırılmış, Mevla’dan gafil olmaması gereken ve kendi nefsine komşu olan kalbe, kendisine komşu olanlarında kendisine muhalefet etmemek suretiyle hakkının korunabileceği kalbin komşusu olan ruha ve alem-i şuhûd’a dair birtakım gizliliklerinde saklanmasına riayetle de ruhun da komşusu olan sırra karşı yapılması ve gözetilmesi gerektiğini nakleder.9

Komşuluk hududunun tayini

Komşuluk hududunun tayini hususunda ihtilaf edilmiştir. Hz. Ali’ye göre sesimizi işiten herkes komşudur. Diğer bir guruba göre ise kişinin mahallesinde oturan kimseler komşudur. Hz. Aişe ve Evzaî’ye göre ise her cihetten 40 ev komşudur.10 İmam Razî (ö. 604H./1207) tefsirinde İmam Zührî’nin de bu görüşte olduğunu beyan ederek, kendisinin komşuluğun hududunu tayin ederken her cihetin ismini belirtmek suretiyle her cihetten 40 evin komşu olduğu hususunu ifade ettiğini nakletmektedir.11 İmam Askalânî (ö. 852 H./1448) ve Kastalânî (ö. 963 H./1555) eserlerinde komşuluk hududuna dair yukardaki rivayetlere işaret etmekle beraber Tabarânî’den bu hususda gelen bir rivayete yer vermektedirler.12 Zayıf bir senedle İbn Kab’a dayandırılan bir rivayette “Ancak 40 ev komşudur” ifadesi yer almaktadır. El-Askalanî bu ifadenin her cihetten 10 ev komşudur şeklinde anlaşılabileceğinin ihtimal dahilinde olduğunu ifade etmektedir.13 Konuya ilişkin rivayetler ve dereceleri bir bütün olarak ele alındığında görülen odur ki, komşuluk hududunun her cihetten 40 ev olduğuna dair rivayetlerin diğer rivayetlere nazaran daha güçlü olduğudur.

Hadislerde komşuluk, hakları ve önemi

Komşu ve komşuluk hakkı teması hadislerde çeşitli açılardan ele alınarak irdelenmiştir. Hadislerin genelinde insanlığa rahmet elçisi olarak gönderilen Hz. Peygamber14 komşuluk hakkı ve önemi üzerinde önemle durarak, ashab ve ümmetinden bu hakkın titizlikle ifasını istemiştir. Bu hakkın ne derece önemli olduğunu izah ederken, vahiy meleği Cebrail’in komşu hakkı hususunda kendisine öylesine net ve aralıksız tavsiyede bulunduğunu ve kendisinin de böylesine sık ve aralıksız yapılan tavsiyeler karsısında komşunun komşuya mirascı olacağını zannettiğini bakınız ilgili hadiste nasıl ifade etmektedir:Hz. Aişe (r.a.h.)’dan rivayetle Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Hz. Cebrail aleyhisselam bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu varis kılacağını zannettim.“[Buhari, Edeb 31; Müslim, Birr 140 (2624); Ebû Davut, Edeb 132 (5151); Tirmizî, Birr 28 (1943)].

 

Hadisle ilgili şerh ve açıklamalara bakıldığında İmam el-Askalanî hadiste geçen miras kavramı hususunda ihtilafın bulunduğunu nakletmektedir. Kimileri bu hususta hadiste geçen miras kavramından kişinin malından akrabalarına düşen pay gibi, komşusunun da pay sahibi olması manasını hadise yüklerken, kimileride bu kavramdan kastın kendilerine yakınlık gösterip, öncelikle iyilik yapmakla zorunlu olduğumuz kimselerin, yakınlıklarından dolayı tevarüs ettikleri bu iyiliğe komşuların da hak kesbedip, mirascı olmaları babında anlamışlardır. Imam Askalânî bu hususta ortaya konan ilk mananın daha açık ve aslına uygun olduğunu ifade etmektedir. Bu konudaki bütün bu ifade ve açıklamaların yanı sıra komşular arasında herhangi bir taverarüsün vaki olmadiğı da bilinmektedir. Bu hususda değerlendirmelerde bulunan Abû Cemre mirasın hissi (maddi) ve manevi olmak üzere iki çeşit olduğunu ifade etmektedir. Hadiste zikredilen mirasdan muradında hissi, yani maddi miras olduğunu belirten Abû Cemre manevi mirasın da ilim mirası olduğunu zikretmektedir. Kendisi burada söz konusu olan mirasın maddi miras olduğunu belirtmekle beraber, hadiste zikredilen mirasın manevi miras olarak da, yani kişinin komşusuna ihtiyacı olan ilmi öğretmesinin komşusunun onun üzerindeki haklarından birisi olduğu şeklinde anlaşılmasının da mümkün olabileceğini ayrıca ifade etmektedir.15 Burada Hz. Peygamber’in kendisine Cebrail tarafından yapılan yoğun ve sürekli tavsiyeler sonrasında komşunun komşuya mirascı kılınması zannetmesini ifade etmesi, genelde komşunun komşu üzerindeki haklarının ehemmniyeti ve onu ifası üzerine yapılan çok önemli bir vurgu olarak algılanmıştır.16 El-Mubarekfurî bu hadisin şerhi bağlamında yukarda zikredilen hususları tekrarlamakla beraber, „Komşusu aç iken, kendisi tok olanın (kamil) mü’min olamayacağı“, ayrıca „kıyamet gününde birbirleriyle davalı olan kimseler içinde ilk sıranın birbirinden davalı olan komşulara ait olacağına“ ilişkin hadisleri nakletmektedir.17

Diğer bir hadiste Hz. Peygamber Allah’a ve Ahiret gününe iman eden kimselerden komşu ve misafirine ikramda bulunmasını, konuştuğunda da ya hayırlı şeyler söylemesini veya susmasını bakınız nasıl istemektedir:

Ebu Hureyre (r.a.)’den gelen diğer bir rivayette Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: „Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa misafirine ikramda bulunsun. Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa komşusuna ikramda bulusun. Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa hayır söylesin veya sussun.“ [Buhari, Edeb 31, 85, Nikah 80, Rikak 23; Müslim, İman 74 (47); Ebû Davut, Edeb 132 (5154)].
Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimseden komşusuna ikramda bulunmasına ilişkin yukarıda nakledilen hadis, temelde aynı manalara gelmekle beraber, başka ifadelerle de rivayet edilmiştir. Örneğin Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimsenin komşusuna eziyet etmemesi Buhari’de geçen diğer bir hadiste nakledilirken18, Müslim’de Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimsenin komşusuna ihsanda (iyilikte) bulunmasına ilişkin ifade yer almaktadır.19 Hadiste söz konusu olan imandan kasdın kamil bir iman olduğu ve bu imanın Allah’a ve ahiret gününe has kılınarak baslangıç (mebde) ve sona (mead) işaret edildiği ifade edilmektedir. Hadisle ilgili şerh ve açıklamalara bakıldığında komşunun komşu üzerindeki haklarına ilişkin farklı mahreclerden rivayetleri bulunan diğer bir hadisin varlığı göze çarpmaktadır. Komşunun komşu üzerindeki haklarının ne olduğu Hz. Peygamber’e sorulduğunda, Hz. Peygamber: „Borç istediğinde borç vereceksin, yardım dilediğinde yardım edeceksin, hastalandığında ziyaret edip, ilgileneceksin, bir şeye ihtiyacı olduğunda vereceksin, ona bir hayır isabet ettiğinde sevinecek, musibet isabet ettiğinde de üzüleceksin, öldüğü vakit cenazesine iştirak edip, iznini almadan evinin önünü bina ile kapatıp, rüzgarına mani olmayacaksın, evinde pişenden ona da ikram etmen müstesna, tencerenden pişen yemeğin kokusuyla onu rahatsız etmeyeceksin, meyve aldığında ona da ikramda bulunacak, eğer bunu yapamıyorsan evine gizli sokup, çocukların eline vererek dışarı salmayacak ve onu alamayacak komşunun cocuklarını boynu bükük koymayacaksın.“20 Her biri ayrı bir erdem kokan bu değerler, bencilliğin yerine diğergamlığı, nefretin yerine sevgiyi, gaddarlığın yerine rahmeti ve affı öne almaktadır. Mekarim-i ahlâka doğru seyreden her yolcunun bu üstün değerler durağına uğrayarak gönül tankını bu değerleri içsellestirmek suretiyle doldurması, bu seyr için gereklidir. Bu değerlerle tezyin olan birey, temas halinde olduğu çevreye de olumlu yönde tesir edecek, ceşitli manevra ve manipülasyonlarla uyuşturularak veya kandırılarak yaban ellerin pencesine düşmüş, özünden uzaklastırılmış biçare kimselere özlerini hatırlatmak suretiyle, onları o derin uykularınden uyandıracaktır…

 

Diğer bir hadisde ise Hz. Peygamber Allah katında ki en hayırlı komşunun komşusuna karşı hayırlı olanı olduğunu bakınız nasıl ifade etmektedir:Abdullah b. Amr’dan (r.a.) rivayetle Hz. Peygamber buyurdular ki: “Allah katında en hayırlı arkadaş, sizden arkadaşına karşı hayırlı olanınız, en hayırlı komşu ise, sizden komşusuna en hayırlı olanınızdır.” [Tirmizi; Birr 27, (1951), Ebû Davut, Edeb 132 (5152)].

Bütün bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) komşuya ikram edilmesi ve haklarının korunması hususuna büyük önem atfetmekle beraber, ilahi mesaja tabi olacak ümmetinde de bu hakların korunmasını net ifadelerle istemiştir.

Komşuya sıkıntı ve eza vermemek

Yukarda zikredilen hadislerde komşuya ikram ve ihsanda bulunulması emredilirken, kimi hadislerde de, onlara sıkıntı ve eziyet verilmemesi istenilmiş, onlara karşı haksız yere menfi tavir içerisinde bulunanların önemli yaptırımlara muhatab olacakları ifade edilmiştir.İmam Müslim tarafından rivayet edilen bir hadisde Hz. Peygamber, komşusuna zarar ve sıkıntı veren kimselerin cennnete giremiyeceklerini şu sözlerle ifade etmiştir:

Ebu Hureyre (r.a.) den: „Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: „Komşusu, zararlarından emin olmayan kimse cennete giremez.“ [Müslim, İman 73 (46)].

Bu hadis Buhari’de daha şiddetli bir üslubla şöyle rivayet edilmiştir:

Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: „Allah’a yemin olsun ki, inanmamıştır; Allah’a yemin olsun ki, inanmamıştır; Allah’a yemin olsun ki, inanmamıştır!“ „Kim ey Allahın Resulu?“ diye sorulunca: „Komşusu zararlarından emin olmayan kimse!“ cevabını vermiştir. (Buhari; Edeb 29)

İlgili hadislerin şerhlerine bakıldığında Hz. Peygamber’in Allah’a yemin olsun ki, inanmamıştır, başka bir rivayette ise „Allah’a yemin olsun ki mü’min değildir“ şeklindeki ifadesinde söz konusu olan imandan kasdın kamil iman olduğudur. Şüphe yok ki, komşusuna karşı böylesine menfi bir tavır sergilemek ilahi mesajın çizmiş olduğu hududlara karşı bir isyandır. Böyle bir isyanın kamil iman sahibi bir kimseyle yan yana gelmesi mümkün görülmediği gibi, isyan edenin isyanına karşı elde edecekleriyle, kamil iman sahibi bir kişinin imanına uygun ameller neticesinde elde edeceği şeylerin şüphesiz birbirlerinden farklı olacağı ifade edilmiştir.21 İbn Battal Hz.Peygamber’in hadiste geçen yemini ve bu yeminin üç defa tekrarlanmasını komşu haklarının ehemniyetine yapılan vurgu olarak izah etmektedir. O’da diğer şarihler gibi komşusuna el veya dil ile eza eden kimselerin imanlarının nefyi hususundaki imandan kastın kamil iman olduğunu yinelemektedir.22 Yukarda zikredilen hadisin şerhi ile ilgili yorumlara bir bütün olarak bakıldığında temel yaklaşım, hadisde zikredilen imandan kastın kamil iman olduğudur. Bunun yanında dillendirilen diğer bir yaklaşım ise, komşularına eza edenlerin imanlarının nefyine ilişkin hadiste kullanılan ifadenin, bu işleri meşru ve helal olarak gören kimseler veya münafıklar için olduğudur.23 Bütün bunların yanı sıra kendisine haksız yere sıkıntı verip, zulmeden komşuya makul bir sınıra kadar sabretmek esas olmakla beraber, komşuluk hakkının kötüye kullanılması suretiyle bunun bir zulüm aracı haline dönüştürülmesine mani olmak da o derece bu hususta esastır. Zarara zararla karşılık vermek doğru olmayacağı gibi,24 bu hususta „İslamda ne bir kimseye zarar vermek, ve ne de bir kimseden zarar görmek yoktur“25 prensibini esas alacak yasal bir tavır geliştirmek, sonuçta her iki tarafın hak ve hukukunun korunması açısından önemlidir.

Komşuların sınıflandırılması

Tefsirlerde ve hadis şerhlerinde farklı rivayetlerle yer bulan diğer bir merfu hadiste komşu üç sınıf içerisinde mütalâ edilmektedir. Buna göre kişinin üzerinde sadece komşuluk hakkı olan ğayri müslim komşusu ilk sırada değerlendirilirken, kendisi üzerinde islâmından ve komşuluğundan dolayı iki hakkı bulunan müslüman komşu ikinci sırada yer almaktadır. Kişinin üzerinde komşuluk, islâm ve akrabalık olmak üzere üç hakkı vardır dıye nitelendirilen komşu ise, kisiyle akrabalık bağı olan komşudur.26 Bütün bunların yanı sıra bir bütün olarak ilgili ayet ve hadislere bakıldığında ayette kullanılan komşu kavramı yakın ve uzak komşu tanımlamaları dışında herhangi bir sıfatla ilintilenmeden, genel ve yalın olarak kullanılmıştır. Kimi müfessirler ve şarihler bu noktadan hareketle komşuya yapılması gereken iyilik ve ihsanın, hak ve öncelik noktasında aralarında bir takım farklılıklar olsa da, dini ve etniksel ayrıma tabi tutmadan, müslüman-gayri müslim, müttaki-asi, faydalı-zararlı, dost-düşman, akraba-yabancı gibi herkese gösterilmesi hususunda söz birliği etmişlerdir.27 Komşuları etnik ve dinsel ayrıma tabi tutarak kendilerine karşı komşuluk haklarının bir gereği olarak yapılması gereken ihsandan mahrum bırakmak ilahi mesajın özüne ve ruhana aykırıdır. Nitekim kendisi için kesilen kurbandan yahudi komşusuna ikramda bulunup, bulunulmadığını soran Abdullah b. Amr ondan yahudi komşusuna da ikram edilmesini istemiştir. Bu isteğini dile getirirken İbn Amr, Rasulullah’ın (s.a.v.) komşuluk hakları hususundaki israrına vurgu yapması, en azından birinci kuşak tarafından hadisin nasıl komşular arasında dini fark gözetmeksizin algılanıp, uygulandığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. İlgili hadiste İbn Amr yahudi komşusuna yapılması gereken ikramı bakınız nasıl ifade etmektedir:

 

Abdullah İbn Amr için bir koç kesildi. İbn Amr ailesine „Ondan yahudi komşunuza hediye ettiniz mi?“ diye sordu. „Hayır!“ cevabını alınca: „Bundan ona da gönderin. Zira ben Rasulallah (s.a.v.)’ın: „Cebrail bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu varis kılacağını zannettim.“ dediğini işittim“ buyurdu. [Ebû Davut, Edeb 132 (5152); Tirmizî, Birr 28 (1944)].Hadis ile ilgili açıklamalara bakıldığında, hadiste geçen komşunun komşuya mirascı kılınması hususu komşuya yapılması gereken ikramın önemi temelinde ele alınmakla beraber, hakları ve öncelikleri hususunda aralarında fark olsa da, ayet ve hadislerde geçen komşuluk kavramının müslüman-gayri müslim, akraba- yabancı, abid-fasık, dost-düsman, faydalı-zararlı herkesi içerisine aldığı şeklinde yorumlanmaktadır. Ayrıca İbn Amr’ın yahudi komşusuna kendisi için kesilen kurbandan ikram edilmesi hususundaki isteği, hadiste geçen komşu kavramını İbn Amr’ın genel manada ele aldığı şeklinde yorumlanmıştır.28

Komşuyu ve hediyesini küçümsememek

Komşu hakları hususunda yukarda ele alınan hadislerde de görüldüğü gibi, komşuya yapılması gereken ikram açık ifadelerle teşvik edilirken, aynı açık ifadelerle de kendilerine karşı verilmesi muhtemel sıkıntılardan hazer edilerek, kaçınılması istenmiştir. Bütün bunların yanı sıra diğer bir rivayette ise, komşu kadından komşu kadına gelen hediyenin küçük görülmemesi istenerek, dolaylı da olsa komşunun komşuya yukardan bakarak, onu sosyal statüsü veya durumu nedeniyle hor görüp, küçümsememesi arzulanmıştır. Ebu Hureyre (r.a.)’dan gelen rivayette bu durum bakınız nasıl ifade edilmiştir:

Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayetle Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Komşu kadın, komşu kadından gelen koyun parçasını bile küçük görmesin.” [Buhari; Edeb 30, Hibe 1; Müslim, Zekat 90 (1030); Tirmizî, Vela 6 (2131)].

Hadis ile ilgili açıklamalara bakıldığında hadiste geçen hediyeleşme ve komşu kadın kavramlarının öne çıktığı görülmektedir. Komşular arası hediyeleşmenin ve küçük de olsa hediyeyi reddetmemenin temelinde komşular arası muhabbet ve sevgi bağının kurularak, güçlendirilmesi yatmaktadır. Şarihler hadiste komşu kadın kavramının ifade edilmesini, kadınların sevgi ve buğuz gibi duygulara yapı itibariyle kaynaklık teşkil etmeleri ve bu hususta daha hassas olmaları şeklinde açıklamışlardır.29 Komşular arası zengin-fakir ayırımına gitmeden, konumları itibariyle onları küçümsemeden, onların komşuluk haklarına riayet ise üzerinde önemle durulması gereken diğer bir husustur. Burada temel görev bir noktada zengin ve statü sahibi komşuya düşmektedir. Üstünlüğü mali zenginlik ve parlak bir statü zeminine oturtan ve insanları da bu noktada sınıflandıran bir zihniyetin kendisinden daha altta gördüğü insanlarla veya komşularıyla sağlıklı bir diyalog ortamı geliştiremeyip, bu noktada üzerine düşen hakları ifa edemiyeceği kesindir. Oysa ki etrafimizdaki pek çok sorunun temeline bakıldığında, sorunlu kimseler veya kurumlar arasında diyaloğun bulunmaması veya diyalog ortamınının sağlıklı bir zemine oturtulamayışı, o sorunların cözümlenmemesi hususunda önemli bir etken olarak görülmektedir. Komşuluk ilişkilerinin sağlam bir zeminde, yara almadan devamı bu sağlıklı diyalog ortamının teminiyle mümkündür. Bu ise ancak kişinin kendisine komşu olan bireyleri horlamayıp, onlara yukardan bakmaması ve onların da an azından kendileri kadar değerli olduğunu kabüllenmesiyle mümkündür. Bu ise kendilerinde bulunan maddi zenginlik veya parlak sosyal statü ile eneleri bilenmiş bireyler icin kolay bir lokma değildir.Oysa ki, kendilerine verilen mal-mülk ve diğer dünyalık nimetleri bir emanet olarak kabullenip, onların asıl sahibininin, kendisinden gelip, kendisine gitmekte olduğumuz Malik’ul-Mük olan Hz. Yezdan olduğu, takva azığından daha güzel bir azık30, takva elbisesinden daha güzel bir elbise olmadığı31, hayatın anlamının sadece ve sadece ötelerin ötesine duyulacak aşk ile kavranabileceğinin bilincinde olan mekarim-i ahlâk sahibi zenginler, gönüllerinde yanan aşk ateşinin şulesiyle keskinleşen eşsiz hak duyguları ile, üzerlerinde hak sahibi bildikleri değil komşunun, bütün canlıların hakkını kılı kırk yararcasına hesaplayıp, ifa ederler…

Sonuç

Özetle ifade etmek gerekirse; komşu ve hakları islâmın iki temel kaynağı olarak addedilen Kur’ân ve hadislerde çeşitli boyutlarıyla incelenmiştir. Konuya ilişkin ayette geçen uzak ve yakın komşu kavramları çoğu kez müfessirlerce akraba olan ve olmayan şeklinde açıklansa da, kimi rivayetlere dayanılarak bu yakınlığın mesken yakınlığı şeklinde anlaşılmasının ihtimal dahilinde bulunduğu da ifade edilmiştir. İşari tefsirler bu kavramlara daha farklı bir boyuttan yaklaşarak yakın komşuya kalb, uzak komşuya ise ilahi mesajın esaslarına uyan akıl manalarını yüklemişlerdir.Komşunun komşu üzerindeki haklarının önemini Hz. Peygamber (s.a.v.), vahiy meleğinin bu husustaki kendisine yaptığı yoğun tavsiylerden nerdeyse komşunun komşuya mirascı kılınacağını zannettim mealindeki hadisle perçinlemiştir. Ayrıca komşuya eziyet edenin kamil mümin olmadığı, en hayırlı komşunun komşusuna karşı hayırlı olan olduğu, komşu hanımın komşu hanımına sunduğu hediyenin küçümsenmemesi gerektiği mealindeki bu ve diğer hadisler, islâmın bu konuya atfettiği önemin çok açık göstergeleridir. Komşuluk hududu olarak her cihetten 40 ev ifadesi güçlü olarak zikredilmekle beraber, zayıf da olsa her cihetten 10 evin komşuluk hududu olduğu ifade edilmiştir. Büt&;amp;;amp;;uuml;n bunların yanı sıra ayette ve hadiste geçen komşu kavramının içerisine hak ve öncelikleri farklı olmakla beraber dost-düşman, müslüman-gayrimüslim, akraba-yabancı, faydalı-zararlı, müttaki-asi herkesin girdiği hususu da konumuz açısından oldukça önemlidir. Zira İbn Amr kendisi için kesilen kurbandan yahudi komşusuna ikram edilip edilmediğini sorarak, ona ikram edilmesini istemesi ve bu hususta Hz. Peygamber’den işittiği sözleri muhatablarına nakletmesi, hadiste geçen komşu kavramının hadise ilk muhatap olan sahabe kusağı tarafından nasıl genel anlamda anlaşıldığını göstermesi açısından oldukca önemlidir.

Üzerimizde hakları olan herkesin hakkını hakkıyla ifa etme hususunda mutlak Sevgili’nin (c.c.) yar ve yardımcımız olması, malın ve evladın fayda sağlamayacağı gün olarak tasvir edilen güne bizi kalb-i selim ile ulaştırması32, hayatı aşk ile kavrayıp, aşk ile yaşayıp O’ndan haberdar olan canlılar arasına dahil olmamız ve aşk ile O’na (c.c.) ruhumuzu teslim edip, ölenler hayvan imiş, aşıklar ölmez sırrına mazhar olmamız dileği ve duasıyla…

 

Dipnotlar

1 Cahiliyye kavramı hakkında geniş bilgi için bkz. Goldziher, Ignaz: „Was ist unter „Al-Câhiliyya“ zu verstehen?“, Muhammedanische Studien, Teıl 1, Halle 1889, S. 219 vd. Çınar, Hüseyin İlker: Dıe islamische Überlıeferungsliteratur zur Rechtslage im Frühislam unter Berücksichtigung Altarabiens, Münster/London 2003, S. 21 vd.
2 El-Asķalânî, Alî b. Hacer: Fethu ’l-Bârî Şarhu Sahîhi ’l-Buhârî, Beyrut 2003, 4. Bsk., C. XIII, S. 542. İslâm öncesi arap örf ve gelenekleri hakkında geniş bilgi için bkz. Cevad Alî: el-Mufassal fi Târîhi ’l-Arab Gabla ’l-İslâm, Beyrut tsz.
3 Yûnus, 10/57; İsrâ, 17/82; Fussilet, 41/44.
4 Et-Taberî: Tefsîru ’t-Taberî, Beyrut 2005, 4. Bsk., C. IV, S. 81 vd.
5 El-Aynî, Mahmûd b. Ahmet: Umdetu’l-Kârî Şarhu Sahîhi ’l-Buhârî, Beyrut 2001, 1. Bsk., C. XXII, S. 169. El-Askalanî: 2003, C. XIII, S. 541.
6 Şuf’a kelime itibariyle bir şeyi diğerine eklemek, katmak manalarına gelmektedır. Bu kelimenin yardım manasına gelen şefaat kelimesinin kökünden türetildiği de ifade edilmektedir. İslâm hukukunda bir terim olarak kullanılan bu kelimenin ıstılahi manası ise, üçüncü bir şahsa satılan bir akara, aynı şartlar altında bu akara olan ortaklık veya komşuluk nedeniyle sahib olma hakkıdır. Hanefiler bitişik komşunun şuf’a hakkına sahib olacağını ilgili hadislere dayanarak hükmederken, şafiî uleması komşunun şuf’a hakkı bulunamayacağına hükmederek, hanefi ulemasının bu hususta dayandığı ilgili hadisleri onlara gösterilmesi gereken, yardım ve yakınlıkla alakalı olduğu şeklinde yorumlamıştır. Safii ulemasına göre şuf’a hakkı için bir akara ortaklık esastır. Konu hakkında geniş bilgi için bkz. Eş-Şafi’î, Muhammed b. İdris: Kıtabu ’l-Umm, Beyrut 1990, C. II, S. 3 vd. Es-Serahsî, Şemseddin: Kitâbu’l-Mebsût, Beyrut 1993, C. XIV, S. 90 vd. Bilmen, Ömer Nasuhi: Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul tsz., C. VI, S. 131 vd. Konu ile ilgili hadisler için bkz.: Wensinck, A. J. – Mensing, J. P. – Beugman, J.: Concordance et Indices de la Tradıtion Musulmane, Londra 1936–1969, C. III, S. 150 vd.
7 El-Kurtubî, Ahmet el-Ensârî: El-Câmî li-Ahkâmi ‘l-Kur’ân, Beyrut 2000, 1. Bsk., C. V, S. 120 vd
8 Et-Tüsterî, Abdullah: Tefsîru ’t-Tüsterî, Beyrut 2002, 1. Bsk., S. 53. İmam Sülemî’de (ö. 416 H./1025) eserinde ilgili ayetin tefsiri hususunda Sehl (r.a.)’dan rivayetle aynı açıklamayı yapmaktadır. Bkz. Es-Sülemî, Ebû Abdurrahman: Tefsîru ’s-Sülemî, Beyrut 2001, 1. Bsk., C. I, S. 147.
9 El-Kuşeyrî, Abdulmelik: Tefsîru ’l-Kuşeyrî, Beyrut 2000, 1. Bsk., C. I, S. 206.
10 El-Aynî: 2001, C. XXII, S. 170. El-Kurtubî: 2000, C. V, S. 121.
11 Er-Râzî, Fahrettin Muhammet b. Ömer: Et-Tefsîru ’l-Kebîr, Beyrut 2004, 2. Bsk., C. 10, S. 78.
12 El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 548. El-Kastalânî, Muhammet eş-Şâfi’î: Irşâdu ’s-Sârî li-Şarhi Sahîhi ’l-Buhârî, Beyrut 1996, 1. Bsk., C. XIII, S. 46 vd.
13 El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 548.
14 Enbiyâ, 21/107.
15 El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 541.
16 El-Aynî: 2001, C. XXII, S. 170. El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 541. El-Hüseynî, Muhammed b. Yûsuf: Sahîhu Müslim ma‘a Şarhihi: Mukammil İkmâli ’l-İkmâl, Beyrut 1994, 1. Bsk., C. VIII, S. 596.
17 El-Mübarekfûrî, Abdurrahim: Tuhfetu ’l-Ahvazî bi-Şarhi Câmi‘i ’t-Tirmizî, Beyrut 2001, 1. Bsk., C. VI, S. 62 vd.
18 El-Buhârî, Edeb 31 (6018).
19 Müslim, Îmân 19 (77).
20 El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 547. El-Kurtubî: 2000, C. V, S. 123. Er-Râzî: 2004, C. 10, S. 78.
21 El-Aynî: 2001, C. XXII, S. 171 vd. El-Kastalânî: 1996, C. XIII, S. 43.
22 El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 545.
23 El-Aynî: 2001, C. XXII, S. 171 vd. El-Kastalânî: 1996, C. XIII, S. 43. El-Hüseynî: 1994, C. I, S. 246. El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 545.
24 Bu hususa ilişkin islâm hukukunun temel kuralları hakkında bkz. Ahmet Cevdet Paşa (komisyon): Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye, İstanbul 1982, S. 21.
25 İbn Mâce, Muhammed b. Yezit: Sünen Ibn Mâce, Ahkâm 17 (2340-41). Bu hadis kütüb-ü tis’a içerisinde yalnız İbn Mâce’de bulunmaktadır.
26 El-Mübarekfûrî: 2001, C. VI, S. 62. El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 542. El-Kastalânî 1996, C. XIII, S. 42. El-Kurtubî: 2000, C. V, S. 120. Ebû ’s-Su‘ûd, Muhammed b. Mustafa: Tefsîru Ebî ’s-Su‘ûd, Beyrut 1999, 1. Bsk, C. II, S. 135. Taberî bu hususa yakın komşu tanımına açıklık getirirken kısaca değinmektedir. Taberî eserinde yakın komşu kavramını kişinin akrabası olarak açıklayan görüşleri dile getirirken, Katade’den gelen bu husustaki bir rivayete yer vermektedir. Bu rivayete göre Katade kişinin akrabasının kendisine komşu olması durumunda komşuluk ve akrabalıkdan doğan iki hakkı bulunduğuna işaret etmektedir. Bkz. Et-Taberî: 2005, C. IV, S. 81.
27 El-Mübarekfûrî: 2001, C. VI, S. 62. El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 541. El-Aynî: 2001, C. XXII, S. 170.
28 El-Mübarekfûrî: 2001, C. VI, S. 62 vd. El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 541 vd. El-Kastalânî: 1996, C. XIII, S. 42.
29 El-Askalânî: 2003, C. XIII, S. 546. El-Kastalânî: 1996, C. XIII, S. 44. El-Aynî: 2001, C. XXII, S. 173.
30 Bakara, 2/197.
31 El-Â’raf, 7/26.
32 Şu’ara, 26/89.

Kaynakça

Ahmet Cevdet Paşa (komisyon): Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye, İstanbul 1982.
El-Askalânî, Ali b. Hacer: Fethu ’l-Bârî Şerhu Sahîhi ’l-Buhârî, I-XVIII, 4. Bsk., Beyrut 2003.
El-Aynî, Mahmud b. Ahmet: Umdetu ’l-Kârî Şerhu Sahîhi ’l-Buhârî, I-XXV, 1. Bsk., Beyrut 2001.
Bilmen, Ömer Nasuhi: Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, I-VIII, İstanbul tsz.
El-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail: El-Câmi‘u ’s-Sahîh, I-IV, 2. Bsk., Beyrut 2002.
Cevad Ali: el-Mufassal fî Târîhi ’l-Arab Gabla ’l-İslâm, I-X, Beyrut tsz.
Çınar, Hüseyin İlker: Die islamische Überlieferungsliteratur zur Rechtslage im Frühislam unter Berücksichtigung Altarabiens, Münster/London 2003.
Ebû Dâvud, Süleyman b. Esas: Es-Sünen, I-IV, Beyrut 1994.
Ebu ‘s-Su’ûd, Muhammed b. Mustafa: Tefsîru Ebi ’s-Su‘ûd, I-VI, 1. Bsk., Beyrut 1999,
Goldziher, Ignaz: „Was ist unter „Al-¹âhiliyya“ zu verstehen?“, Muhammedanische Studien, Teil 1, Halle 1889.
El-Hüseynî, Muhammed b. Yûsuf: Sahîhu Muslim ma‘a Şerhihi: Mukammil İkmâli ’l-İkmâl, I-IX, 1. Bsk., Beyrut 1994.
İbn Mâce, Muhammed b. Yezit: Sünen Ibn Mâce, I-II, Beyrut 1995.El-Kastalânî, Muhammed eş-Şafi’î: İrşâdu ’s-Sârî li-Şerhi Sahîhi ’l-Buhârî, I-XV, 1. Bsk., Beyrut 1996.
El-Kurtubî, Ahmet el-Ensârî: El-Câmî li-Ahkâmi ’l-Kur’ân, I-XXI, 1. Bsk., Beyrut 2000.
El-Kuşeyrî, Abdulmelik: Tefsîru ’l-Kuşeyrî, I-III, 1. Bsk., Beyrut 2000.
El-Mübarekfûrî, Abdurrahim: Tuhfetu l-Ahvazî bi-Şerhi Câmi‘i ’t-Tirmizî, I-XI, 1. Bsk., Beyrut 2001.
Müslim, Ebû ‘l-Hüseyin Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyrî: es-Sahîh, I-VIII, Beyrut tsz.
Er-Râzî, Fahrettin Muhammet b. Ömer: Et-Tefsîru ’l-Kebîr, I-XXXIII, 2. Bsk., Beyrut 2004.
Es-Serahsî, Şemseddin: Kitâbu ’l-Mebsût, I-XXX, Beyrut 1993.
Es-Sülemî, Ebu Abdurrahman: Tefsîru ’s-Sulemî, I-II, 1. Bsk., Beyrut 2001.
Es-Şafi’î, Muhammet b. Idris: Kitâbu ’l-Umm, I-V, Beyrut 1990.
Et-Taberî: Tefsîru ’t-Taberî, I-XIII, 4. Bask., Beyrut 2005.
Et-Tirmizî, Ebû İsa b. Muhammet b. Isa: Sunan at-Tirmizî, I-V, Beyrut 1994.
Et-Tüsterî, Abdullah: Tefsîru ’t-Tüsterî, 1. Bsk., Beyrut 2002.
Wensinck, A. J. – Mensing J. P. – Beugman, J.: Concordance et Indices de la Tradition Musulmane, I-VIII, Londra 1936–1969.