Selamun Aleykum Bima Sabertüm

Sure-i Rad’ın 24. ayetinden aldığım bu baslık, çok çeşitli ve zorlu imtihanların süzgecinden başarılı bir şekilde geçerek, nebevi ifadeyle aklı başında olan herkesin isteyeceği Adn cennetine ulaşan, kutsal dava adına başa gelecek her türlü sıkıntı ve belaları amentü içerisinde algılayarak, özümseyip yaşayan ve sabreden vefakarların Adn cennetine dahil olduklarında meleklerin bütün kapılardan birer teşrifatçı gibi girerek kendilerine verdiği selamdır. “Selamün Aleyküm Bima Sabertüm…”, “Sabrettiginize karsilik size selam olsun…

 

” Ayet öncesinde müminlerin pek çok vasıfları (ahde vefa, sabır, sıla-i rahim, namaz, infak…) zikredilmiş, fakat melekler namaz kıldığınız için veya ahde vefa gösterdiğiniz için size selam olsun demeyip, özellikle sabr kavramını ihtiyar ederek, müminlerin önceki ayetlerde zikredilen diğer bütün vasıflarını sabr kavramı içerisinde mütalaa etmişlerdir. Böylece sabır yaygın anlayışa göre sadece başa gelen belalara değil, Cenab-i Hakk’a olan kulluğun yerine getirilmesinde (itaat) ve O’na isyan etmeme (masiyet) hususunda da göz önünde bulundurulmalıdır. Zira meleklerin bu kavrama yükledikleri geniş mana ifade ettiğimiz bu üç boyutu da içerisine almaktadır. Sabr kavramı bu üç boyutu işletildiği oranda anlam kazanır. Aksi takdirde bu üç boyuttan koparılan bir parça bütün olmayıp, sadece bütünün bir boyutunu ifade eder.Sabır kelime itibariyle lügatte hapis manasına gelmektedir. Seri ıstılahta ise, müminlerin üzerinde bulunması gereken, dinen övülen ahlâki bir sıfattır. Nebevi’ye göre sabır; “Nefsi emredilen şeylerde tutmak, hapsetmektir. Bu da ibadetlerin meşakkatlerine tahammül, belalara tahammül ve günah dışındaki zararlara tahammül ile gerçekleşir. Sabır zahitlerin ve ahiret yoluna suluk edenlerin en mühim esaslarından birisidir.”(1)

Kur’an-i Kerim sabrı tavsiye eden, Hz. Peygamber’i ve müminleri sabra davet eden ayetlerle doludur. Onlardan bazılarını ifade etmek gerekirse; “Sen (Habibim) şimdi sabret. Şüphe yok ki; Allah’ın vaadi haktır. Buna kati iman beslememekte olanlar, zinhar (sabırsızlıkla) hafifliğe götürmesinler”(2) Habibim sen şimdilik güzel bir sabırla katlan.”(3) “Rabbinin rızası için katlan”(4) zaman, zaman diğer peygamberlerden örnekler verilerek onların bu yönleri vurgulanmaktadır. “İsmail’i, İdris’i Zülküf’i de yad et. Bunların her biri de sabır ve sebat edenlerdendi.”(5) “Ey Peygamber! Daha önceki azim sahibi olanların (ulu’l-azm) sabrettikleri gibi sen de sabret. Onların azabı için acele etme.”(6) Müminlere yönelik olarak da; “Behemehal sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mal, can ve mahsul eksikliği ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”(7) “İçinizden mücahede edenler, sabır gösterenler belli oluncaya kadar elbette sizi imtihan ederiz.”(8) Konunun anlaşılmasına matuf olarak verdiğimiz bu Ayet-i Kerime’lerin bu noktada yeterli olduğu kanaatindeyiz.

Sabırla ilgili Ayet-i Kerime’ler incelendiğinde, bu Ayet-i Kerime’lerin genelde Mekke döneminde yoğunlaştığı gözlenir. Hz. Peygamber’in tebliğinin sancılı dönemlerini içeren bu süreçte sabr kavramının bir mücadele metodu olarak kullanıldığını, ashaptan bazılarının şiddetle karşılık verelim demelerine rağmen kendilerinden önceki ümmet ve peygamberlerin sebat ve sabırlılıkları gözler önüne serilmek suretiyle sıkıntılı bu süreci sabırla aşmaları daima öğütlenmiştir.

Müminlerin böylesine sıkıntılı dönemlerinde sabrı yiyeceklerine katık yapmaları, onları acı-sevinç zincirlerinin kopmaz halkaları ile birbirlerine bağlamış, en etkin silahların yumuşatamayacağı kimi sert gönülleri, İslam’a karşı yumuşatmış ve onları bu nurlu halkanın bir parçası haline getirmiştir. Öyleyse bilinmelidir ki, sabır kaçmanın ve sinmenin kamufle edilmiş adı değil, bilakis insanı özünden koparmak isteyenlere karşı verilen onurlu, vakarlı ve bir o kadar da bilinçli, realist bir başkaldırının ve savaşımın adıdır. Tarih sayfaları böylesine bir başkaldırının önünde hiçbir kuvvetin tutunamayacağına şahittir. Bu noktada Ibn Uyeyne’nin; “Sabrettikleri için biz onları emrimizle halkı hidayete erdiren rehberlik kildik”(9) ayetini, “işin başı olan sabır ile amel ettikleri için onları başkan yaptık.”(10) şeklinde izah etmesini gözden ırak tutmamak gerekir. Yeter ki, tadı acı ama sonuçları da o derece etkili ve tatlı olan sabrı bütünüyle kavrayıp anlayalım…

Sûfiler sabrı, abidlerin ve aşıkların sabrı, başlıkları altında ikiye ayırmışlardır. Abidlerin sabrının en güzel şekli, şikayette bulunmamak yani şikayeti terk etmektir. Asıkların sabrının en güzeline gelince bu da; Hakk’a ulaşmanın çabuklaşması için sabrın terk edilmesidir. O halde, abidde sabır şarttır, aşıkın ise vuslattan sonra sabra ihtiyacı yoktur.(11) Yahya b. Muaz abid ve aşıkların sabrı hususunda; “Aşıkların sabrı zahitlerin sabrından daha çetindir. Ah ah, acaba aşıklar (hicrana) nasıl sabrediyorlar!”(12) diyerek aşıklardan yana olan tavrını ortaya koymaktadır. Yine bu hususta Ebu Ali (r.a); “Yakup (a.s) nefsinden sabırlı olacağı hususunda kendi kendine karar vermiş, ve “güzel sabır” yani benim işim güzel sabra kalmıştır, diyerek sabahlamış, fakat daha sonra: “Ah… Ah… Yusuf demeden akşam edememişti”(13) demektedir. Mücahede ve sabredenlerin belli olması amacına müsteniden herkesin değişik şart ve boyutlarda imtihana tabi tutulduğu şu üç günlük fani dünyada Cenab-ı Hakk’a kulluğu esas alıp, sadece O’nun önünde eğilmek, sabr kavramını bütün boyutuyla kavrayıp yaşamak, böylesine bir toplumun oluşması noktasında, ölüm meleği can emanetini alıncaya kadar bütün zorlukları göz önüne alarak gece-gündüz çalışmak ve sonrasında da; “Selâmün Aleyküm Bima Sabertüm” kutlu ifadesine nail olmak duası ve dileğiyle…

———————————————————————

Dipnotlar:
1- Canan İbrahim, Hadis Külliyati, Kütüb-i Sitte, 9/s. 537, Ankara, 1995
2- Kur’an, Rum (30, 60)
3- Kur’an, Mearic (70, 50)
4- Kur’an, Müddessir (74, 7)
5- Kur’an, El-Enbiya (85,86)
6- Kur’an, Ahkâf (46,35)
7- Kur’an, Bakara (2,155)
8- Kur’an, Muhammed (47,31)
9- Kur’an, Enbiya (21,13)
10-Kuşeyri Risalesi, Abdülkerim Kuşeyri, s. 329, İst- 1991 (haz. Uludağ S.)
11- a.g.e, s, 330
12- a.g.e. s, 325
13- a.g.e, s, 330