Usve-i Hasene

Kuran-i Kerim`de Hz. Peygamber (s.a.v) için kullanılan bu kavram „Usve-i hasene“(1), kelime itibariyle teessi edilecek yani uyulacak, arkasından gidilecek, örnek ve meşk alınacak en güzel model demektir(2).  Başka bir ifadeyle; Hz. Peygamber`e (s.a.v) ait oldukları iddiasında bulunup, kendilerini Muhammedi olarak tarif ve tayin edenlerin, hayatı bütün boyutlarıyla Muhammedi üslup ve anlayışla kavrayıp yaşamalarıdır. Bize şah damarlarımızdan daha yakın olan Sevgiliye(3) göre ise; „Üstün ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Hz. Peygamber’in verdiğini alma, sakındırdığından da kaçınmadır.“(4)

„Usve-i Hasene“ olarak zikredilen Hz. Peygamber’den (s.a.v) nasibini alacak kutlu kişilerin özelliklerini Cenab-ı Hakk Sure-i Ahzab`da şöyle muştulamaktadır; „Andolsun ki, Resülullah`da (s.a.v) sizin için, Allah`a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allah`ı çok zikredenlere mükemmel örnekler vardır.“(5) Ayet-i Kerime`de Nebevi yaşantıyı ve ahlakı bütün boyutlarıyla hayatlarında sergilemek isteyen Peygamber aşıklarının temel vasıfları ilahi bir mesajla zikredilmiştir. Allah`a vasıl olmayı ona teslim olmakta kavrayan bu aşıkların temel vasıfları: Allah`a ve ahiret gününe ulaşmayı „Şeb-i Aruz“(6) olarak addedip, o günü iple çekmeleri, gönüllerindeki ilahi askın meşalesi ve nişanesi olan zikrullahın bütün manasıyla yaşantılarında makes bulmasıdır. Cenab-ı Hakk ile kendi aralarında adeta parola olan bu değerler arasına ne ticaret ve alim-satımın(7) ve ne de bir dünyalığın girememesidir. Daha özlü bir ifadeyle , Cenab-i Hak`in emir ve buyruklarını titizlikle yerine getirip, nehiylerinden de ayni titizlikle kaçınan, Resülullah`ın (s.a.v) „Usve-i hasene“ boyutunu gereği gibi kavrayıp, yaşamak suretiyle gönlünde ilahi aşk ateşini yakan hak aşıklarının, bu ateşi zikrullah ile körüklemeleri sonrasında, çeşitli merhaleleri kat edip Resülullah`da(s.a.v.) yok olmaları „fena fir-rasul“, ve bu yok oluş esnasında muhatap olunan bir takım ilahi tecellilerin özüne ulaşabilmek, Cemalullah’ı doya, doya seyredebilmek için ahiret gününe duyulan hasrettir. Yani ballar balının kısmen tadılması nedeniyle, kovanın tümünden vazgeçilebilmesi hadisesidir.

İslam kardeşinin derdiyle dertlenmeyen, kişilere sermayeleri kadar değer verip takvayı öne almayan zihniyetlerin bu baldan nasipleri olamaz. Ümmet-i Muhammed`in sıkıntısını gönlünde hissetmeyen, Allah için sevip Allah için buğz etmeyen, kardeşlerinin yarasına merhem olması gerektiği an nemelazımcılık yapan derisi kalınların bu pazarda elde edecekleri bir kâr yoktur. Gece namazı için hazırlık yapmayıp, televizyon kanallarını dolaşmak suretiyle bitkin düşüp sabah namazlarına kalkmayan, açık-saçık demeden helal-haram gözetmeksizin yayınları izleyip Resülullah`ı (s.a.v) harama abone olmuş gözlerle görmek isteyen gafillerin Resülullah`dan nasipdar olmaları mümkün değildir. Cihadın hiç bir boyutuyla ilgilenmeyen, hanımlarına aczlerinden istifade etmek suretiyle gayri İslamî davranan, zamanını „ibnü-l vakt “ kavramına uygun olarak kullanmayıp israf eden kimselerin bu nurlu halkada bulunmaları mümtenidir. Cenab-ı Hakka karşı yapmış olduğu isyanlar sebebiyle nedamet göz yaşları dökmeyen, haftada bir kez dahi olsa gece namazına kalkıp Huda ile buluşmayan, Hakk’ın kendisine vermiş olduğu ilim, mal ve yeteneklerle mağrurlanıp, bu emanetleri hizmete tebdil eylemeyen, sigarası için gösterdiği özveriyi yetim ve öksüzün başını okşamada göstermeyen sözüm ona Muhammed (s.a.v) ümmetinin meclis-i Resülullah`da yer edinme arzuları tatlı bir hayal ve avunmadır. Zekatı ve haccı savsaklayan, dünya ehli kimselerle hizmete yönelik olmaksızın sık, sık bir araya gelip gönül alemlerini karartanların, hasılı malin ve evladın fayda vermeyip, sadece salim( Allah ve Resulünün sevgisi ve aşkı ile dolu) bir kalbin fayda vereceği hesap gününe(8) hazırlık yapmayan, masivaya(9) sevdalı gafillerin, Cenab-i Hakkin „Usve-i hasene“ olarak bize takdim ettiği Resülullah(s.a.v) ile dost olmaları olası değildir.

Hz. Peygamber`in yegane örnek „Usve-i hasene“ boyutunu gereği gibi kavramayan, kavradığını yaşamayan fertler ailelerini olumsuz etkilemektedirler.Olumsuz etkilenen aileler İslam toplumunun Resülullah`i(s.a.v.) anlamada özden uzaklaşmasına, ve sonuçta Resülullah`ın (s.a.v) getirmiş olduğu nurlu mesajın bilerek veyahut bilmeyerek önünü tıkamaktadırlar. Söyledikleri vahiy ve ilham eseri olan(10) kutlu Elçiler, getirmiş oldukları ilahi mesajı ifade etmekle kalmamış, bizatihi onu gönderilmiş olduğu toplum içerisinde pratiğe yansıtarak yani yaşayarak uygulamışlardır. Peygamberler`in bu ilahi masajların hayata hakim kılınması noktasındaki kararlılıkları, ve kendilerinden sonrada bu kararlılığın devam etmesi hususundaki ısrarlı telkinleri iktidarı ellerinde tutan otoriteler tarafından hoş karşılanmamış ve karşılanmayacaktır. Hz. Peygamber`in bırakmış olduğu emanetlere sahip çıkıldığı oranda İslam toplumu muvaffak olmuş, bu emanetlerden uzaklaştıkları ölçüde de kendi toplumlarında vebalı olarak görülmüş ve tecrit edilmişlerdir.

İslam toplumu Hz. Peygamber’in (s.a.v), hayatın her safhasında essiz önder „Usve-i hasene“ olması hususundaki ilahi gerçeği kavrayamadığı, kavradıklarını ifade edenler hayat içerisinde ona aktif rol vermedikleri müddetçe yakalarının bir araya gelmesi mümkün gözükmemektedir. Muasır medeniyet seviyesine ulaşma adı altında Resülullah`ın değerlerine, onun değerlerine sahip çıkan salih insanlara ambargo koyanlar da bilsinler ki bu yolun sonu hüsrandır.

Sonuç olarak; kendilerini Muhammedî olarak tarif edenler bir araya gelip aralarında birlik ve tesanütü sağlamadıkça, Muhammedî değerlerin pratik hayata baskın (dominant) olarak yerleşmesi hususunda ortak projeler hazırlayamadıkları sürece kendi dışlarındaki azınlıklar tarafından güdülmeye mahkumdurlar. Muhammedî değerlere vurgun bilgili ve kültürlü aşk toplumu vücuda getirilmesi hususunda, üzerimizde bulunan can emaneti alınıncaya kadar(11) gayret gösterip çalışmak üzerimize düşen ilahi bir borçtur. Bu aşk toplumu oluşturulmadığı, ruhlara inilmediği an, bu değerler hakim olsa dahi yönetenler için tatmin olma aracı, yönetilenler için ise ızdırap olmaktan ileri gidemeyecektir.

Cenab-ı Hakk cümlemizi Resülullah`in(s.a.v) eşsiz güzelliklerini tanımayı ve tanıtmayı, tanıdığımız boyutlarını yaşamada samimi olmayı, Sure-i Ahzab da ifade edilen güzel örnek „Usve-i hasene “ boyutunu kavrayan zikri bol, yönü Hakka dönük dava tutkunu sevdalılardan eylemesi duası ve dileğiyle…

——————————————————-
Dipnotlar:
1- Sure-i Ahzab, 33/21
2-Yazır M.Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, 6/s.76
3-Sure-i Kaf, 50/16
4-Sure-i Haşr, 59/7
5-Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetüt-Tefasir, 5/s.73
6-„Şeb-i Arus“ Farsça kökenli olup, düğün gecesi manasına gelmektedir. Mevlana tarafından tasavvuf
literatürüne kazandırılan kelimenin bu bağlamda manası sevgiliye kavuşmadır. Zira Mevlana(k.s) ölümü gerdek gecesi olarak algılamış, bu manada sevgiliye (Cenab-i Hakka) olan özlemini dile getirmiştir.
7-Sure-i Nur, 24/37
8-Sure-i Şuara, 88/89
9-„Masiva“ Tasavvuf literatüründe, Cenab-ı Hakk’a ait olan değerlerin dışındaki değerler için kullanılır. Daha özlü ifadeyle kulu Allah’tan alıkoyan her şey masivadır.
10-Sure-i Necm, 53/3-4
11-Sure-i Hicr; 15/99