Yâ Ulu’l-Elbâb

Ahsen-i takvim sıfatına mazhar olarak yaratılan (Tîn: 95/4) insanoğluna verilen en büyük lütuf, şüphesiz ki, güzeli çirkinden, eğriyi doğrudan ayırma yetisi olarak da ifade edilebilen, olayları tahlil ederek, muhakeme yapabilen bir yapıya sahip olması, daha özlü bir ifadeyle sahib-i akıl olmasıdır. Kökü alemlerin Rabb’ine dayanmayan sevgi-arzu ve isteklerle gölgelenmeyen, şehvetinin akrep kıskacına yakalanarak özü sulanmayan akıl, şüphesiz sahibini nazar kıldığı her nesnede esere takılmadan müessire ulaştıracaktır. Sevdanın aslına sevdalanarak nur-i İlâhînin elinde bilenen basiretler “uzak görüşlü olma” kavramının ne anlama geldiğini, bizzat ötelerin ötesine olan bakış ve bu bakışlardaki isabetle, insanoğluna tekrar ve tekrar göstereceklerdir.

“Akıl sahipleri” (ulu’l-elbâb) kavramı, müminlere şifa olarak vasfedilen Kur’an’da bizzat zikredilmekle beraber , kimi yerde Kur’an’ın akıl sahipleri için indirildiği de ayrıca vurgulanmaktadır. (Sâd: 38/29; Talak: 65/10) Diğer bir ayette ise kamil akıl sahibi kimselerin kimler olduğu bizzat Cenab-ı Hak tarafından şöyle tarif edilmektedir: “O kullarım ki, sözü dinlerler. Sonra da onun en güzeline uyarlar. İşte Allah’ın hidayet verdiği kimseler onlardır ve işte kamil akıl sahipleri onların ta kendileridir.” (Zümer: 39/18). Kimi ayetlerde, Rahman’ın akıl sahibi olarak nitelediği kimselerle takva arasındaki yakın bağlantı, açıkça görülmektedir: “(…) Hayır namına ne yaparsanız Allah onu bilir. Bir de azık tedarik edin. Muhakkak ki, azığın en hayırlısı takvadır. Benden korkun ey akıl sahipleri.” (Bakara: 2/197). “De ki, murdarla temiz bir olamaz. Velev ki murdarın çokluğu hoşunuza gitsin. O halde ey akıl sahipleri, Allah’tan korkun ki felaha eresiniz.” (Mâide: 5/100). “Allah onlara (âhirette) şiddetli bir azab hazırladı. O halde ey iman eden akıl sahipleri, Allah’tan korkun. İşte Allah, size bir zikr (Kur’an) indirdi.” (Talâk: 65/10).
Bütün bunların yanı sıra Kur’an akıl ile direk bağlantılı olan “taakkul” , “tefekkür” , “tedebbür” , “tezekkür” ve “tefakkuh” kavramları ile doludur. Bu ayetler bir bütün olarak ele alındığında ortaya çıkan genel mana; insanın aklına hitap edilmek suretiyle, onun özüne ve aslına rücu etmesi, Rabbanî amellerle tezyin olarak halife sıfatını incitmemesidir. Bu özden uzaklaşarak, Allah harici dostlar edinen ve maddeye râm olanlar, dünyanın geçici bir heves olduğu olgusu ile mütemadiyen uyarıldıkları gibi, âhiret ve onun çeşitli azapları ile tehdit edilmektedirler. Kimi zaman gece ve gündüzün yaratılması, yeryüzüne verilen hayat ve tabiat olayları, örnekler verilerek insanoğlunun direk aklına hitap etmekte ve ondan bunları ibretle düşünerek, adeta eserden müessire geçmesi istenmektedir; “Size hayat veren ve öldüren de keza O’dur. Gece ve gündüzün birbiri arkasına gelip gitmesi de O’na aittir; hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Mü’minûn: 23/80) “Bilesiniz ki Allah, yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Size, aklınızı kullanasınız diye ayetlerimizi apaçık beyan ettik.” (Hadîd: 57/17) “Gökleri, yeri ve bu ikisi arasındaki şeyleri altı günde yaratan, sonrada Arş üzerine istiva eden Allah’tır. Sizin için O’ndan başka ne bir dost ve ne de bir şefaatçi vardır. Hiç düşünmüyor musunuz?” (Secde: 32/4) “Size korku ve ümid veren şimşeği göstermesi, gökten su indirmesi, bu su ile ölümünden sonra arza hayat vermesi, hep O’nun delillerindendir. Aklını kullanan kimseler için bunlarda da ibretler vardır.” (Rûm: 30/24). Kavminin kendilerine faydası dokunmayan putlar yerine alemlerin Rabb’i olan Allah’a tapmalarını isteyen Hz. İbrahim’de yine insanların aklına hitab ederek onları sonu hüsran olan bu eylemden vazgeçirmeye çalışmıştır. “Size ve Allah’ı bırakıp da ibadet ettiğiniz şeylere yazıklar olsun. Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Enbiyâ: 21/67)

Kimi ayetlerde, insanoğlunun yine direk aklına hitab edilerek, onun dünya hayatını baki sanarak oraya takılıp kalmaması ve âhiret hayatını daim öne alması vurgulanmaktadır. Zira akleden kimseler için baki olarak nitelendirilen âhiret hayatı, insanoğluna verilen kısa dünya hayatından ve ona ait olan değerlerden şüphesiz kıyası kabil olmayacak oranda daha üstündür. “(…) Âhiret yurdu, sakınanlar için daha hayırlıdır. Hiç akletmiyor musunuz?” (A’râf: 7/169) “Senden önce de, şehir halkından kendilerine vahyettiğimiz kimselerden başkasını göndermemiştik. Onlar, kendilerinden öncekilerinin akıbetinin ne olduğunu görmek için yeryüzünde hiç dolaşmamışlar mı? Halbuki âhiret yurdu, Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Yûsuf: 12/109) “Size verilen her şey, dünya hayatının bir geçimliği ve süsüdür. Allah katında olan şeyler ise, daha hayırlı ve daha devamlıdır. Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Kasas: 28/60) “Dünya hayatının misali, gökyüzünden indirdiğimiz su gibidir. O su sayesinde insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri yetişip birbirine karışmıştır. Yer, ziynetini takınıp süslendiği ve sahipleri (onların meyvelerinden faydalanmaya) kadir olduklarını sandıkları bir sırada, gece yahut gündüz, ona emrimiz gelir ve sanki dün hiçbir şey yokmuş gibi onu hasad edilmişe çeviriveririz. İşte biz, düşünen kimselere ayetleri böyle uzun uzun açıklarız.” (Yûnus: 10/24)

Aşk-ı İlâhî ile ruh fidanını sulayıp, nefsi tezkiye etmeye çalışmayan benlikler, üzerlerine emir geldiği an, ömür sermayesinin kendileri tarafından nasıl talan edildiğinin şüphesiz farkına varacaklardır. Nefsin ve şehvetin elinde yıpranarak, tabanı delinmiş akıl gemisiyle yola çıkanlar, sahilden uzaklaştıkça geminin nasıl su aldığını ve havanın da tahmin ettikleri gibi açık olmayıp, büyük fırtınalara gebe olduğunu teessüfle anlayacaklardır. Hesap günü gelmeden nefislerini sîgaya çekmeyenler, Rahman’ın kendilerine bahşettiği eşsiz nimetlerden ve özellikle akıl nimetinden sorguya tabi tutulduklarında, o nimete gösterilecek yegane şükrün kalb-i selim sahibi olmak olduğunu göreceklerdir. Gönülleri diri olan insanlarla oturup kalkarak, onlarla gönül birliği yaparak yeniden doğan ölümsüz gönüller, İlâhî aşkın kaçınılmaz bir tecellisi olan ve her dem yeniden doğmanın kendilerine bahşettiği nurla ötelerin ötesine demir atarak, çağları kıyamete değin aydınlatacaklardır. Arif-i billah olan ay yüzlü güzellerin gönüllerinden şarz olan, kökünde aşk, ilim, ihlas ve ihsan olan hakikat ve hikmet fenerinin paha biçilmez ışıkları, insanoğlu için daim birlik ve barışa giden yolu aydınlatacaklardır. Bu yol, şüphesiz bu seçkin güzellerin aşık olup, kulluğuyla müşerref oldukları, uğruna baş koydukları, namazları, ibadetleri, hayatları ve ölümleri onun için olan mutlak Sevgili’nin (c.c.) yoludur. Bu yol, bir cana karşılık, bin canın bahşedildiği, damla içinde deryanın müşahede edildiği, dillerin lal olup acziyetlerin her dem ilan edildiği, üzerinde sadece aşk alınıp aşk satılan, muhabbet kokulu güllerle tezyin olunmuş tezgahların bulunduğu bir yoldur. Bu yol, müminlerin devamlı namazlarında huzurunda boyun bükerek secdeye vardıkları Rahman’dan talep ettikleri ve adına da sırat-ı müstakîm dedikleri yoldur. Bu yol, hidayete erdikleri Rahman tarafından ilan edilen kimselerin karar kıldıkları, üzerinde bulunan hakikat ve marifet çiçeklerinin rayihalarıyla bezenmiş hikmet yoludur.
Bu yol üzerinde vuslata ermek adına sefer yapan kamil akıl sahipleri, kendilerini Hakk’a taşıyacak olan vesilelere İlâhî mesajın tayin ettiği ölçüler içerisinde sarılarak, güzeller kervanına katılmanın yollarını araladıkları gibi, insanlığın bu yolu keşfetmesi hususunda hiç bir çalışmadan da kendilerini müstağni addetmeyeceklerdir. Malın, evladın, makamın ve hatta canın birer emanet-i Hudâ olduğu bilinci içerisinde hayatı kucaklayan, cemal-i Mustafa (s.a.v.) hayranı olan kamil akıl sahipleri, dünyayı ihmal etmeden âhiretlerini imar etmenin yolunu, kutsal kitabın mesajından beslenerek bulmuşlardır. “Elleri kârda, gönülleri yârda” şeklinde kısaca özetlenebilecek olan bu formül sayesinde, yeryüzünü en güzel şekilde imar etmişler, bu imar edişi de ibadetin bir parçası olarak addederken, gönül daima kendisinden gelip, kendisine dönecek olduğumuz Yegane Sevgili’de (c.c.) kalmıştır. Kamil akıl sahiplerinin dünya ve değerlerine karşı İlâhî ve Rabbânî olarak niteleyeceğimiz bu duruşları, onlara açılması kolay olmayan kapıların şifrelerini öğreterek, bu kapıların suhûletle açılmasını temin etmiştir ve edecektir.

Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de kamil akıl sahipleri olarak vasfettiği necib insanların seçkin vasıflarıyla tezyin olmak, insanoğluna bahşedilen akıl nimetinin şükrünü gereği gibi ifa ederek, kulluk şuuruna ermek ve bu şuur içerisinde Mutlak Sevgili’ye (c.c.) vasıl olmak dileği ve duasıyla…