Dua İltica Edilen Kudsî Bir Kapıdır

Dua, kelime itibariyle Türkçemizde Allah’a (cc) yalvarma, Allah’tan (cc) dilekte bulunma, yakarma, niyaz, çağrı, ridâ , davet manalarına gelmektedir.1 Kur’an-ı Kerim’de ise duanın; ibadet (Yûnus,106), istigase-yardım talep etmek- (Bakara, 23), nidâ (İsrâ, 52) ve senâ (İsrâ, 110) gibi manâlarda kullanıldığını görmekteyiz. Aslında dua; çaresizlerin yegâne çaresi, kimsesizlerin tek ve mutlak kimsesi olan, rahmeti ve bereketi her şeyi kuşatmış2 sultanın kapısına, çocuğun ana kucağına varışı gibi varmaktır. Dua; zenginin aslında fakir, hükümdarın gereçekte bir köle, Cenâb-ı Hakk haricindeki dayanakların hepsinin ama hepsinin birer aldatmaca olduklarının bilinerek veya bilinmeyerek terennüm edilmesidir.

Dua; huzurda boyun büküp, herhâlükârda ben bir kulum , ama yalnız senin kulun olayım demek suretiyle masivaya karşı özgürlüğü ilan edebilmek ve sadece mutlak kudret karşısında, kayıtlanacak bu özgürlüğe halel getirecek eylem ve söylemlerden hazer edip kaçınmak, ne pahasına olursa olsun üç günlük dünyada maddeye, makama ve şehvete örtülü de olsa secde etmemektir. Dua; iltica edip vardığımız huzurun büyüklüğünü ve azametini hücrelerimize değin hissetip, o yüce makamın sonsuz rahmet ve mağfiret dalgaları arasına girerek öze gönülden nazar etmek, aleme, eşyaya ve insanlığa da bu nazarla bakabilmektir. Dua; mü`minleri Allah (cc) katında değerli kılıp, kula kulluğunu her an hatırlatan ve her zaman açık olup kendilerine mutlak surette karşılık verilen kudsî bir kapıdır.

Dua esnasinda kisilerden Allah’a tam ve kati surette yönelmeleri ve O’ndan başka hic bir şeye güvenmemeleri istenmiştir.3 Her ne kadar kaynaklarda dua esnasında dikkat edilmesi gereken hususlara ilişkin pek çok kayıt konsa da, bunların hepsinin yukarda zikredilen hâlleri yakalamak adına birer hazırlık mahiyetinde olduğu, bu hususta asıl olanın samimiyet ve ihlâs ile, acziyeti ve kulluğu öne alıp gönülden geldiğince yerin ve göğün yegâne sahibi olan Feyyaz-ı Mutlak’a yönelmek ve O’nun huzurunda boyun bükmek olduğu anlaşılmaktadır. İhtiyaçları arzetmek adına yaldızlı kelimeler arayıp, kendimizi sıkıntıya sokmamız gereksizdir. Zira Cenâb-ı Hakk lisandan ziyade gönüle nazar etmektedir. Gönlü, Cenâb-ı Hakk’ın O’nun gül Nebîsi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ve bunlara sevdalananların aşkıyla yaldızlanan kimselerin ise her hâli bir duadır. Zira geniş manâda kulluk şuuruna ermek olarak algıladığımız duanın bu kutlu zevatın üzerinde yüce iradeye teslimiyyet şeklinde makes bulduğuna şahit olmaktayız. Bütün bunların yanında dua kavramı icerisinde dikkat edilmesi gereken hayati husus, yukarda da kısmen altı çizilen tevhid ilkesinin özüne sadık kalınmasıdır.

Cenâb-ı Hakk insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmak adına Habibine gönderdiği kutsal kitabın4 pek çok ayetinde duanın ehemmiyet ve faziletine temas etmektedir. Onlardan bazılarını ifade etmek gerekirse:“Bana dua edin size cevap vereyim. Büyüklük taslayarak bana ibadetten kaçınanlar hor ve ezik olarak cehenneme girecek.“5, “Rabbinize boynu bükük hâlde ve gizlilik içinde dua edin.“6,“De ki, eğer duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi ?“7, Sure-i Bakara’da ise:“Kullarım sana benden sorunca, onlara şunu haber ver; ben onlara çok yakınım. Birisi bana yalvarınca onun niyazına hemen cevap veririm.“8 mezkur ayetin nuzül sebebi olarak kaynaklarda bir harp amaçlı sefer ( Hayber Seferi) esnasında Allah’a (cc) ve Rasûlü’ne (s.a.v.) sadık ve aşık ashâbın yüksek sesle, adeta seslerini duyurmak istercesine tehlil, tekbir ve dua etmeleri sonrasında orada bulunan Hz. Peygamber (s.a.v)`in duruma müdahale ederek; “Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira siz ne sağıra ve ne de gaib birisine dua ediyorsunuz. Herhâlükârda semî ve garîb olan Hz. Allah`a (cc) dua ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zât, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır.“ demesi üzerine nazil olduğu ifade edilmektedir.9 Zira insana şah damarından daha yakın olan Cenâb-ı Hakk10 aralarında fısıldaşan üç kişiden dördüncüsü, beş kişiden altıncısı O`dur,11ifadeleriyle kullarına olan yakınlığını ifade etmektdedir. Sebeb-i nuzûlünü zikrettigimiz ayet-i kerimeye farklı açıdan yaklaşan Seyyid Kutup ayetteki ince üslûba vurgu yapmaktdır. O’na göre bu ayette kullanılan kelimeler dahi Cenâb-ı Hakk`ın kullarına duyduğu sevgi, şefkat ve rahmetin ölçüsünü kavramada bizlere adeta ipucu vermektedir.“Şüphesiz ki ben yakınım… Bana dua edenin duasına icabet ederim… Ne incelik ne şefkat. Ne şeffafiyet ve ne ünsiyet… Kullarım demek suretiyle kulları kendisine izafe ediyor. Duayı işitirim demiyor. Duaya icabette çabuk davranarak; Bana dua edince, ben o dua edenin duasına icabet ederim.“12 diyor. Bu ve bu nevi ayetler incelendiğinde görülür ki, insana kendi ruhundan üfleyerek, en üstün bir şekilde yaratıp, onu kendisi için yeryüzünde halife tayin eden Cenâb-ı Hakk başıboş bırakılmayan bu üstün varlıktan özüne ve berzah aleminde vermiş oldugu sözüne sahip çıkmasını bir hak olarak ister. Yaban ve hoyrat ellerin pençesine düşerek bu kutsal öz ve sözden fersah fersah uzaklaşıp, hastalanan biçarelerin bu rahmete, şefkat dolu kanadın altına gelerek tedavi olmaları, el açıp huzurda boyun bükmeleri tek çıkar yoldur. Hiçbir zaman ye’se düşülmeyerek, korku ile ümidin dengede tutulmasını esas kabul edip, yapılan her duanın ergeç kabul edileceği müjdesini de unutmaksızın amellerimizi bu istikamette programlamamız gerekir.

Bizâtihi Cenâb-ı Hakk tarafinda te’dib edilip, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen gül Nebi (s.a.v)`ye dua eksenli baktığımızda O’nun hayatının bir bütün olarak duadan ibaret olduğunu söylememiz bir hakkın tesliminden baska birşey olmasa gerektir. Uyurken, uykudan uyanınca, yemek yedikten sonra, abdest alırken, abdestten sonra, sefere çıkarken ve dönerken, namaza kalkarken, namaz sonrasında, bulut kümesi belirdiğinde ,yağmur yağarken , orduyu bir mevkiye gönderirken, sahâbesine görev takdim eylediğinde, hastaları tedavi ederken, elbisesini giyerken-çıkartırken, bir meclisten ayrılacağı vakit, bolluk ve sıkıntılı, sevinç ve hüzünlü anlarda… Hâsılı bütün ahvâl ve şerait içerisinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dua ile içiçe olduğunu görmekteyiz. Hadis kaynakları Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yapmış olduğu ve ashabına talim eylediği dua örnekleriyle doludur. Gül Nebi’ye göre dua; ibadetin iliği13, mü’minin silahı, dinin direği göklerin ve yerin nurudur. Kendisine dua kapısı açılana rahmet kapısı açılmış demektir. Duâ, inen ve henüz inmeyen her çesit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua çevirir. Öyle ise sizlere dua eylemek düşer.14 Allah`ın (cc) kabul ettiği üç müstecab dua vardır, bunların icabete mazhariyetleri hususunda hiçbir şekk yoktur. Mazlumun duası, misafirin duası, babanın evladına olan duası.15 Mazlumun bedduasından sakınınız. Zira bir kıvılcım süratiyle semaya yükselir. Facir de olsa mazlumun duası makbuldür.16Sıkıntılı zamanlarda Allah’ın (cc) kendisine icabet etmesini isteyen kimse rahatlık zamanında duayı çok yapsın.17 Hz. Peygamber (s.a.v)’in duanın çeşitli boyutlarına ilişkin serdetmiş olduğu ve bizim de nakletmeye çalıştığımız bu hadisleri, konunun anlaşılması açısından yeterli olduğu kanaatindeyiz.

Kur’ân’da hayatlarından bahsedilen Peygamberler incelendiğinde görülür ki, dua ile olan yakınlık ve içtenlik hepsinin hayatlarının değişmezlerindendir. İnsanlığın dünya ve ahiret saadetini temin amacına matuf olarak, kutlu elçiler tarafından getirilen ilahî mesajı, kendi sistemleri için tehlike addedip, tevhidin nurunu söndürmek adına maddî bütün imkânları arkalarına alarak acımasızca çullanan, kendilerinden başka kimseye tahammülleri olmayan Hak ve Hukuk karşıtı bedbahtların, küçümseyip hafife aldıkları o mazlum kişilerin duaları altında kahrolup gittiklerine tarih sayfaları şahit olmuştur. Onların şaşalı hayatlarını başlarına geçirten yegâne şey Rasulullah’ın (s.a.v.) ibadetlerin iliği olarak tanımladığı duanın, aslına uygun olarak anlaşılıp, hâl ve kaal dili ile yaşanmasıdır. Kavlî duaların yaşantımızı ve hareketlerimizi adeta programlayarak fiilî dua haline dönüşmesidir.

Sûfiler duada vaktin ve hâlin gözetlenmesi üzerinde dururlar. Bazi hâllerde dua sükûttan efdâldir, edebe uygun olan budur. Diğer bazı hallerde sükût duadan efdâldir. Aynı şekilde bu da edebdir. Bu hâl, vakte ve duruma göre bilinir ve tayin edilir. Çünkü vakt ve hâle dair bilgi vakt içinde hasıl olur. Kul dua etmesi gerektiğine dair bir işaret alırsa, dua etmesi evla olur, sükût etmesine ilişkin bir işaret alırsa, sükût etmesi efdâl olur. Kul için münasip olan dua halinde Rabb Teâlâ’yı müşahade etmekten gafil olmamakdır. Bundan sonra dua etmek isteyen kulun kendi hâlini gözetlemesi ve mürâkabe etmesi icap eder.18 Konuya farklı bir boyuttan yaklaşan Ebu Hazm A’rac (k.s) ise dua yapmaktan mahrum kalmanın kendisine, duanın kabül edilmemesinden daha zor geldigini ifade etmektedir.19 Dualarınızın kabul edilmeyeceğinden korkmuyorum. Benim korkum dua etmenizin imkansız hale gelmesidir.“20 diyen Hasan-ı Basrî de aynı noktaya temas etmektedir. Zira huzurda el açıp kainatın yegâne sahibi mutlak kudret karşsında insanın aczini ikrar edip, kulluğunun farkına vararak nefsini tanımasını, insanoğlunun elde edebileceği en büyük devlet olarak görmek gerekir.

Duanın kaza ve kader ile ilişkisi kaynaklarda tartışılır olmuştur. Malum olduğu üzere kaza değişip değişmemesi bakımından mübrem (kesinleşmiş) ve muallâk (şarta bağlı) olmak üzere iki grubta mütalâa edilir. Bunlardan birinci gruba giren kazalar mutlak yerine gelirken, ikinci gruba girenler ise şarta bağlı, olduklarından dua ile değiştirilebilirler.

Hâl böyle iken Abdulkadir Geylânî (ö. 561/1165)’ye atfen ifade edilen; “Mübrem kazayı değiştirmek mümkün değil, ama ben bunu da yaparım.“ sözü tartışılmıştır. Bu husunun zihnini oldukça meşgul ettiğine ifade eden İmam-ı Rabbanî, mübrem kazada tebdil ve tasarruf şer’an ve aklen muhaldir deyip, Geylânî’nin bu sözle neyi kasteddiğine ilahî hikmetle vakıf olduğunu zikrederek, meselenin özünü Mektubât’ında şöyle zikretmiştir: “Bilesin ki kaza iki kısımdır; muallak kaza, mübrem kaza. Tebdil ve tağyir ihtimali, ancak kaza-i muallaktadır. Kaza-i mübremde, tebdilin ve tağyirin yeri yoktur.““Bizim nezdimizdeki söz değiştirilmez.“ (Kaf, 29) Bu ayet-i kerimede sözkonusu olan mübrem kazadır. Mualak (askıda) olan ve değişme ihtimali taşıyan kaza ise Kur’ân-ı Kerim’in: “Allah (cc) dilediğini silip yok eder, dilediğini sabitleştirir.“ (Rad, 39) ayetinin işaret ettiği kazadır. Abdülkadir Geylâni’nin mezkur sözüne gelince: “Ben fakirin zihni bu meseleyle uzun uzun meşgul oldu. Nihayet bir dostuma isabet edecek bir belanın ortadan kaldırılması hususunda dua etmem gerektiği sırada Allah (cc) bu meseleyi ayan beyan bana göstermek lûtfunda bulundu. Dostun üzerine yazılmış olan kaza, bir başka emirle, Levh-ü Mahfuz’da muallak olmaktan çıkmıştır. Bunun üzerine bende eli boşluk ve ye’s hâli hasıl oldu. O zaman Abdülkadir Geylânî’nin mübrem kazayı değiştirmeye ilişkin sözü aklıma geldi, tekrar ikinci defa, yüce Allah`a (cc) iltica ettim. Acz, inkisar izharı yoluna girerek o yüce Zât’a teveccüh ettim. Bunun üzerine Yüce Allah(c.c) Muallak kaza iki çeşittir. Şarta bağlığı Levh-i Mahfuz’da ilan edilmiş ve melekler tarafindan bilinen muallak kaza. Bu ikinci kaza Levh-i Mahfuz’da mübrem kaza hükmündedir. İşte tebdir ve tağyir ihtimali olan kaza budur. Abdülkâdir Geylâni Hazretleri’nin mübrem kaza dediği de budur. Yoksa hakiki manadaki mübrem kazayı değiştirmek mümkün degildir.“21

Duanın her hâl ve şerait içerisinde ihyâ edilmesi, rahmeti her şeyi kuşatan Mutlak Sevgili’nin kullarından istediği bir eylemdir. Zor zamanlarda dua edip, mutluluk zamanlarında duayı terkedenler Kur’ân’da bizâtihi Cenâb-ı Hakk tarafından kınanmaktadırlar.22 Şemsi Tebrizî (ö. 645/1247) duada sonuca götüren, tabir caizse iş bitiren asıl eylemin huzurda dökülen samimi gözyaşları olduğunu kendi ince üslûbuyla şöyle taçlandırır; “Rahmet deryası daim coşmak ve dalgalanmak ister. Bunu yapacak olan senin yalvarman, ağlayıp feryad etmendir. Senin gamının bulutları gelmeyince ilahî bilginin denizi dalgalanmaz, coşup köpürmez.“23 Dünyanın geçici süslerine saplanıp, dünyalıktan başka birşey tanımayan, taştan da taş olmuş kalblerin, bütün meşgaleleri insanın özüne uygun olan değerleri hayasızca vurmak olanların, bu olguyu anlamaları, o bir damlasına can verilesi samimi gözyaşlarının tek başına arşı sarsmaya yettiğini kavramaları mümkün değildir. Zulmün vakay-ı âdiyeden addedilip, hava gibi teneffüs edildiği sıkıntılı dönemlerin yegâne sığınağı, zalimlerin karşısında mazlumun ve ezilmişlerin en etkili mercîi, mutlu ve huzurlu anların en tatlı meyvesi, kulluk makamına erişin gerçek anahtarı olan duayı aslına uygun olarak anlamak, o duaları fiilî dua haline getirerek samimi ve ihlaslı bir şekilde yaşamak ve yaşatmak, duyulan huzurun büyüklüğünü ve azametini iliklerimize değin hissedip, sahibini müşahade etmek dileği ve duasıyla…..

 

Dipnotlar


1 Örnekeriyle Türkçe Sözlük, (M.E.B Yay.), Ankara 1995, I/724.
2 Kur’an, A’râf ,156
3 Ramazanoĝlu, Mahmud Sâmi, Dualar ve Zikirler, İstanbul 1977.
4 Kur’ân, İbrahim,1
5 Kur’ân, Mü’min, 60
6 Kur’ân, A’râf, 55
7 Kur’ân, Furkân, 77
8 Kur’ân, Bakara, 186
9 Yazır, Elmalı’lı M.Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1982, I/660. Hadis için bkz.: Daavat 50-67, Cihad 131; Megazi, 38; Kader, 7; Tevhid, 9; Müslim, Zikr, 44 (2704); Tirmizi, Daavat, 359 (3371, 3457); Ebu Davut, Salat 361, (1526, 1527,1528).
10 Kur’ân, Kaf, 5
11 Kur’ân, Mücâdele, 7
12 Seyyid Kutup, Fizilâl-il Kur’ân, İstanbul 1992, (trc), I/358-9.
13 Tirmizî, Daavat 1.
14 Tirmizî, Daavat, 112 (3542)
15 Tirmizî, Birr,7; (1906); Cennet, 2 (2528); Daavat 139, (3592); Ebu Davut, Salât 364, (1536); Ibn Mâce, Dua 11 (3862)
16 Aclunî, Keşf’ül Hafâ, Beyrut 2001, I/359.
17 Tirmizî, Daavat, 9
18 Kuşeyrî, Abdulkerim, Kuşeyri Risalesi, ( Haz. Uludağ Süleyman), İstanbul 1991, s. 433.
19 Kuşeyrî Abdulkerim, a.g.e., s. 432.
20 Hilye, 9, 345. (Y.Nuri Öztürk, Kur’ân ve Sünnete göre Tasavvuf, İstanbul 1995, s. 289).
21 Rabbânî, Ahmed Faruk es- Serkendî, Maktubât-ı Rabbânî, ( trc. Akçiçek A.), İstanbul 1996, I/464-65.
22 Kur’ân, Zümer, 49; Yûnus, 12.
23 Şemsi Tebrîzi, Makâlât, (trc.) İstanbul 1994, I/351.