Fıkıh İlminin Kuşatıcılığı

Fıkıh, hitap ettiği insanı doğumundan ölümüne değin hayatın bütün safhalarında kucaklayan, temel kaynak olarak kendisine vahyi (Kur’an-Sünnet) seçmiş, vahyin işlenmesi ve değerlendirilmesi hususunda aklı, zaman ve mekan kavramını, hitap ettiği toplumun örf-adet ve geleneklerini gözardı etmeden değerlendiren, kendisine has üslûp ve metodları olan bir hukuk sistemidir. İnsanı ilgilendiren her alana ilişkin olarak mesajlar vermesi, ölüm ötesine ait mevzularda  açıklamalar yapması onunla diğer hukuk sistemleri arasındaki temel ayırım noktalarından birisidir. Kaynak olarak esasta aklı kulanmakla beraber vahye dayanması, konu itibariyle insanların cinsel hayattaki tercihlerine değin kurallar koyması, amaç olarak insanın dünyada mutlu olmasının yanında ölüm ötesi (ahiret) mutluluğunu da esas alması nedeniyle diğer seküler hukuk sistemlerinden temelde ayrılır.

Fıkhın temel kaynağı olan Kur’an, mutlak hakimin bizatihi Allah olduğunu1, kıyamet günündeki kurulacak olan mahkemede onun hüküm vereceğini ifade ederek,2 İnsanların Kur’an hükümleriyle hükmetmelerini ister,3 hükmetmeyenleri ise çeşitli vasıflarda niteleyerek kınar.4 Peygamberi müjdeleyici ve uyarıcı olarak vasfederek,5 söylediklerinin boş şeyler olmayıp, vahiy ve ilham eseri olduğunu ifade ederek,6 ona uyulmasını kimi yerde öğütler,7 kimi yerde ise emreder.8 Allah’ın ve Resûlü’nün buyruklarını yerine getirme hususunda titiz davrananları Allah katında gerçek başarılı olanlar olarak vasfeder.9 Doğumunda sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet okunan şahıs, ölümünde cenaze namazıyla hayata veda etmektedir. Şahsın doğumundaki bu seramoninin keyfiyeti, hattâ ana rahmine  düştükten sonraki hakları, ölümünde yapılması gereken işlemler, yıkanması, cenaze namazı kılınması, kefenlenmesi, kabre konulmasına değin fıkıh tarafından konu edinilerek derinlemesine işlenmiştir.Allah ile kul arasındaki ilişkileri düzenlemekle işe başlayan fıkıh, namaz, oruç, zekat, hac, tehâret (görünen ve görünmeyen pisliklerden temizlenme), sünnet olma, yabancı evlere girme usûlüne değin kurallar öngörmüştür. Böylesine  detaya ait mevzulara ilişkin olarak kurallar konulması daha ilk dönemlerde bu duruma alışık olmayan kimselerce dile getirilmiştir. Bu durumu yadırgayanlardan birisi Selman-ı Fârisî’ye şöyle demiştir: “Adamınız (Peygamber) size her şeyi, hattâ nasıl tuvalete çıkacağınızı öğretiyor.” Bu hitaba muhatap olan Fârisî ise ona cevaben şöyle demiştir: “Evet, o bir kimsenin sağ eliyle arkasını temizlemesini, abdest bozarken kıbleye dönmesini, kuru tezek ve kemik kullanmasını yasaklamış, (su bulunmadığında veya yeterli olmadığında) kimse üç taştan daha azıyla arkasını temizlemesin buyurmuştur.”10Sosyal hayata ilişkin olarak fert-toplum, toplum-fert arası ilişkiler ve bu ilişkilerin boyutları, fert-devlet, devlet-fert arasındaki hukukî yapı ana hatlarıyla Siyasetü’ş-Şeriyye (Verwaltungsrect) başlığı altında derinlemesine işlenmiştir. Devlet başkanı olacak kimselerde aranacak vasıflar, onların seçimi, yöneticilerin (ulu’l-emr) emir sahibi kişiler olarak nitelenmesi,11 onların vereceği emirlere nereye kadar uyulacağı detaylı bir şekilde yukarıda zikredilen başlık altında incelenmiştir. Yine devletler arası hukuka ilişkin olarak, devletler arası ilişkiler, savaş ve barışa ilişkin mevzular, savaş sonrası elde edilecek ganimetlerin taksimi, savaş esirlerinin hak ve hukukuna kadar insanı kucaklayan bütün mevzularda, fıkıh görüşünü dile getirmiş, tarih içerisinde bu görüşler uygulanarak pratize edilmiş, halen de İslam ülkelerinin çoğunda  muhtevaları zaman ve mekan kavramları dikkate alınıp zenginleştirilmek suretiyle pratize edilmekte ve uygulanmaktadır.İktisadî hayata ilişkin olarak faizi yasaklaması, emek ve sermaye ikileminde kurulan sistemlerin ortasında yer alması  fıkhın bu alandaki temel vasfıdır. Hazine’nin (beytü’l-mâl) oluşumu, öşür ve cizye olarak zikredilen verginin tahsil edilmesine ilişkin hususlar, toplumda ekonomik-sosyal dengenin kurulması amacına matuf olarak zenginlerin mallarından Kur’an’da zikredilen kimselere12  verilmek üzere tahsil edilen zekâtın bütün boyutları fıkıh içerisinde yerini almıştır. Bunların yanı sıra fıkıh, alım-satım, kira, rehin, kredi, şirket gibi mal-şahıs arasında olabilecek her türlü akışa yön vermiştir.Güçlü toplum için güçlü aileyi hedef edinmiş, bunun gerçekleştirilmesi için de evlilik bağının kurulmasını şiddetle tavsiye ederek,13 zinayı yasaklamıştır.14 Aile hayatına ilişkin aile bireyleri arasındaki hak ve ödevleri çizmiş, evlenen kadına mihir hakkı tanımış,15 cinsel yaşamın  boyutlarına ilişkin olarak  kurallar koymuştur.16 Fıkıh evlenme akdinin şartlarını, birbirleriyle  evlenmeleri caiz olan kimselerin durumlarını izah ederek, 17 doğacak çocukların hak ve hukuklarına ilişkin kurallar getirmiştir. Evlenmeye gücü yetmeyen fakirlerin evlendirilmesi hususunda toplumu sorumlu kılmıştır.18 Evlilik akdinin şartlarını çeşitli sebeblerle yerine getiremeyen bireylere boşanma hakkını tanımıştır. Zina suçunu işleyenleri kınamakla beraber onlara caydırıcı cezalar öngörmüştür.19Bütün bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere fıkıh, yaşamın bütün alanını, bugünkü insanlığın anladığı hukuk kavramının çok ötesinde, geniş bir şekilde kuşatmaktadır. İnsanın her yaptığını bilen ve onu en büyük mahkemede yargılayacak Allah, bizzat Kur’an’ın ifadesiyle hakimlerin hakimidir.20 Yine Kur’an’a göre, insanın gizli ve açık olarak yaptığı her şeyi bilen Allah21 Peygamber’le ilâhî mesajı (Kur’an) uyulması amacıyla göndermiştir. Bu mesaj, bizzat (üsve-i hasene) olarak târif edilen22 Peygamber tarafından yaşanılarak insanlığa gösterilmiştir. Kur’an bu aşamada Peygamber bağlılarından kutsal elçinin verdiğini almayı, sakındırdıklarından da kaçınmayı öğütleyerek23 Peygamber’e olan itaatı Allah’a yapılan itaat olarak kabul eder.24 İslam Hukuku’nun kapsamının diğer hukuklardan mukayese edilemeyecek derecede geniş olmasının altında yatan temel sebep, temel kaynak olarak vahyin seçilmesindedir.Sahası ve etkileri hususunda ne düşünülürse düşünülsün, doğuşundan bu âna kadar, İslam coğrafyasına genel olarak baktığımızda fıkıh, yaşayan etkin bir hukuk sistemidir. Bazı İslam ülkelerinden hukûkî hayat, uygulamalardaki farklılıklara rağmen tamamen fıkha dayanmaktadır. Örf-adet, bölge farklılığı, ülkelerin içerisinde bulunduğu özel şartlar ve kaynakların yorumlanması hususunda izlenen değişik usüller uygulamadaki farklılığı doğuran ana sebeblerdir. Suudi Arabistan, İran, Sudan, Afganistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar bu ülkeler grubuna örnek olarak gösterilebilir. Diğer bir grup İslam ülkelerinde ise fıkıh, hukukun belli alanlarında (ahvalü’ş-şahsiyye, aile, miras, vakıflar) uygulanmaktadır. Diğer alanlarda ise batı kaynaklı kanunlar yürürlüğe konulmuştur. Bu ülkelerde yürürlüğe konulan batı hukuku, daha ziyâde Fransız ve İngiliz hukuk sistemine dayanmaktadır. Hindistan, Malezya, Bengal ve Kuzey Nijerya’da Comman Law, Afrika’nın kuzeyindeki Fransız dili konuşulan ülkelerde Fransız hukuku, Endonezya’da Hollanda hukuku iktibas kaynağı olmaktadır. Mısır, Irak, Suriye ve 1970 öncesi Sudan’da iktibas edilen hukuklar siyasi ve ideolojik ilişkilere göre değişmiş, daha ziyâde Fransız, bazen İngiliz ve Sovyet hukukunun etkisi altında kalmıştır.Türkiye, Cumhuriyet döneminde laiklik ilkesini kabul etmek suretiyle din ile hukuk arasındaki bağı kopararak, hukuk kurallarının dine dayalı olmayacağı prensibini hukukta temel ilke olarak kabul etmiştir. Cumhuriyet sonrası çıkarılan anayasalarda devletin dini İslam’dır tâbiri kullanılmış, daha sonra 1982’de çıkarılan anayasada ise “laik devlet” tanımlaması yapılarak, “devletin dini İslam’dır” tâbiri anayasadan çıkarılmıştır.Halkı müslüman olan diğer İslam ülkelerin çoğu anayasalarında ve kanunlarında İslam’a bağlılıklarını dile getirmektedirler. Devletin İslâmî ilkelere bağlılığı Fas, Tunus, Moritanya, Yemen, İran, Sudan, Afganistan, Pakistan anayasalarında açıklanmaktadır. Mısır (1948), Suriye 1949), Irak (1951) medenî kanunları, hakimlere boşlukları İslâmî esaslara göre doldurma talimatını vermektedir. Endonezya anayasası kurumların ve kanunların İslâm’a uygunluğunu sağlayacak bir usul getirmektedir.