Hâya imandandır

İnsanoğlu için paha biçilmez bir hazine olan hayâ duygusu, kökü Rahman’da olan iman ağacının eşsiz meyvelerindendir. Tadı, ruhları kuşatan bu meyveden nasibdâr olanlar, nasipleri ölçüsünce tatlandıkları gibi, etraflarını, muhataplarını, hâsılı alemi de bu eşsiz ve insana yakışan hayâ duygusuyla tatlandırırlar. İman bahçesinin nadide bir gülü olan bu duygu, gönülde tomurcuklanıp açmağa yüz tuttuğu an, o kokunun zerresine vurgun olan alemi kendisine tutsak eder. Bu duygu sayesinde kişi, iman bahçesine ait olmayan tavır ve davranışlardan, bu bahçeye zarar verecek eylem ve söylemlerden, olabildiğince kaçınmayı kendisi için bir vazife bilir. Yine iman ehli bilir ki, bu bahçenin gülü olan bu duygunun etrafında çöreklenerek, bu gülü kurutmaya ve soldurmaya çalışan nice zararlı otlar, onu koparmaya çalışan nice bedbaht eller vardır. Bu duygunun lezzetini yüreğinde hisseden diri gönüller, bu lezzeti diğer gönüllere taşıma azminde ve sevdasında olmakla beraber, bu duygunun geliştirilmesi ve muhafazası noktasında da şüphesiz azami gayreti gösterme noktasında bulunacaklardır.

İnsanlık içerisinde hayâ duygusunu en derin yasayan Efendimiz (a.s.)’i bu noktada tarif eden kutlu sahabe Ebu Said el-Hudri: “Hz. Peygamber, çadırdaki bakire kızdan daha fazla hayâ sahibi idi. Hoşlanmadığı bir şey olmuşsa onu hemen yüzünden anlardık.”(1) diye tarif etmektedir. Kur’an-i Kerim’in bize eşsiz örnek “üsve-i hasene”(2) olarak takdim ettiği nur Nebi Efendimiz (a.s.), insanlığın nübüvvetten idrak ettiği ilk şeyin “Utanmıyorsan dilediğini yap.” (3) kelamı olduğunu ifade etmektedir. İnsanı insan eden ve hatta belki de sultan edecek olan bu ulvi duygunun, nitekim bütün peygamberlerin ortak ziyneti olduğunu bakınız yine Efendimiz (a.s.)nasıl ifade etmektedir: “Dört şey vardır ki, peygamberlerin sünnetlerindendir. Bunlar hayâ, güzel koku, misvak (dişlerin bakımı ve temizliği) ve nikah.” (4) Rahman’ın ve O’na ait olan değerlerin kokularını alan güzellerin hepsinde bu ziynetin varlığı, onlarda onların ortak temel paydalarından birisi olarak makes bulur. Bu ziynetin varlığı aslında onların mutlak Sevgili tarafından sevildiklerinin de yegane belirtisi ve nişanesidir. Cenabı Hakk’ın sevdiği iki hasletten birisi olarak hadiste zikredilen bu ziyneti takınanların cennette olacakları yine Hz. Peygamber tarafından bizlere müjdelenmektedir: İbn Abbas radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (as) Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye: “Muhakkak ki sende Allah’ın sevdiği iki haslet var; Hilm ve hayâ buyurdular.”(5) Diğer bir hadiste ise Ebu Bekir radıyallahu anh anlatıyor; “Resûlullah (a.s) buyurdular ki: “Hayâ imandandır. Hayâ sahibi ise cennettedir. Hayâsızlık (ve bundan mütevellit olan kabalık ve çirkinlikler), cefa (zulüm ve eziyet)dan bir parçadır. Cefa eden de cehennemdedir.” (6)
Hayâsızlık üzerine kurulu her eylem ve söylemin sonuçta -başta o işin failleri olmak üzere- kimseye saadet getirmediği ve getirmeyeceği aşikardır. Hayâdan nasibini almamış bireyler başta kendilerine zulmettikleri gibi, bulunduğu çevreyi de hem madden ve hem manen tahrip ederler. Bu mikrobun kıskacında kıvranan kimselerin, vahyin ana kucağına kendilerini teslim ederek şifayâb olmaları gerekir. Bütün nebi ve velilerde ziynet olarak bulunan bu değerli hazinenin en iyi şekilde taşınması, onların yolundan giderek, menzile ulaşma gayretinde olan her sâlik için hayâtı derecede önemlidir. İman bahçesinin nadide güllerinden biri olan bu gülün, bulunduğu her ortamı kökü Rahman’a dayalı olan rabbânî kokularla donatarak bezemesi kaçınılmazdır. Bu kokuya duyarlı olan diri erler, kendi cinslerinden biriyle karşılaşmanın, konuşmanın, bir araya gelmenin ve birbirlerinde kendilerini görmelerinin verdiği hazla neşelenirken, bu kokuya fazla duyarlı olmayanlar ise gülün ne derece güzel ve gönülleri okşayıcı olduğunu itiraf etmeden kendilerini alamazlar. Hayânın bulunduğu ortamı tebdil ettiğini bakiniz Hz.Peygamber (s.a.v) nasıl ifade etmektedir: Hz. Enes radıyallahu anlatıyor: “Resûlullah (a.s) buyurdular ki: “Edepsizlik ve çirkin sözün girdiği şey çirkinleşir. Hayânın girdiği şey de güzelleşir.” (7)Mükemmel bir tarzda (ahsen-i takvim) yaratılıp(8), yeryüzünde halife olarak tayin edilen insanın (9), ona ondan yakın olan Mutlak Sevgili’ye(10) karsı hayâ etmesi kulluğun bir gereğidir. İçinde bulunduğu her anı O’na (c.c.) layık olabilecek tavır ve eylemlerle geçirme bilincinin bireyde kökleşmesi ve bütün organların bu bilinç ile hareket etmesi, Rahman’dan hakkıyla hayâ etmenin nişanesi olarak hadiste zikredilmektedir. Hz. Peygamber’in “Allah’tan hakkıyla hayâ edin.” buyruğuna, “Biz, Elhamdülillah Allah’tan hayâ ediyoruz.” diye cevap veren sahabelere Allah’tan hakkıyla hayâ etmekten kastın ne olduğunu bakınız Hz. Peygamber nasıl ifade etmektedir: İbn Mesud radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah (a.s): “Allah’tan hakkıyla hayâ edin!” buyurdular. Biz  “Ey Allah’ın Resûlü, Elhamdülillah, biz Allah’tan hayâ ediyoruz.” dedik. Ancak O, şu açıklamayı yaptı: “Söylemek istediğim, bu sizin kastettiğiniz değil. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, (a) başı ve onun taşıdıklarını, (b) batnı ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etme, (c) ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamadır. Kim ahiret hayatını dilerse dünya hayatının ziynetini terk etmeli, ahireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” (11) Hayâ duygusundan yoksunluk, kişinin helakine giden yolu işaret etmektedir.(12) Hayâsızlık girdabına düşüp, kulluğun bağrında derin yaralar açarak çirkinleşen benlikler, asıllarını ve özlerini zaman geç olmadan, hayâ duygusuna yönelerek yeniden bulmalıdırlar. Bu noktada, çevrelerinde yasayan hayâ timsali güzel numuneleri keşfedip, onlarla mümkün olduğunca beraber olmak, onlarla arkadaş olmakla işe başlamak gerekmektedir. Bu beraberlik, kişiyi güzelleştirmekle kalmayıp, ona kendisiyle barışmanın ve kendisini kendisine tanıtmanın da altın anahtarını sunacaktır. Bu barışıklık ve bireyin kendisini kendisiyle yakînen tanımaya başlaması; onu ötelerin ötesine taşıyacak, taşındıkça balların aslını keşfedecek, keşfettikçe de kovandaki ballardan yüz çevirip, Rahman’dan hakkıyla hayâ eden kullar zümresine dahil olacaktır. Bütün bu ifadelerin yanında, beşikten mezara değin ilim öğrenmemizi talep eden, alimin ölümünü alemin ölümü gibi addeden kutlu Nebi’nin huzuruna gelerek kadınlık halleri ile ilgili soru soran bayanlara, Nebiy-yi Ekrem efendimizin “Allah hakkı izhar etmekten hayâ etmez.” (13) mealindeki ayeti okuyarak net ve açık cevaplar verdiğini ilgili hadis kaynaklarından bilmekteyiz.(14) Onların zaman, zaman sormuş oldukları sorular hakkında rahatsız olan sahabeleri de onlar, dinlerini öğrenmek istiyorlar, diyerek uyardığı da yine kaynaklarda görülmektedir. Hal böyle iken ölçüleri belirli, suiistimal edilmeyecek olan ilim talebinin ve dini öğrenmenin önüne hayâ kavramını engel olarak koymak da uygun bir davranış değildir. Nitekim Hz. Âişe validemiz Ensarın kadınlarını, o derin hayâ duygularına rağmen dini öğrenme noktasındaki talep ve ısrarlarını, onların kadınlık hallerine ilişkin dinin hükümlerini sormalarını bakiniz nasıl övmektedir: “Ensarın kadınları ne iyi kadınlardı. Zira onların hayâ ve edepleri onları dinlerini öğrenmekten alıkoymadı.” (15)

İman bahçesinin nadide güllerinden birisi olarak vasf ettiğimiz hayâ ziynetini kemaliyetle taşımamız ve Rahman’dan hakkıyla hayâ eden şerefli kullar zümresine dahil olmamız dileği ve duasıyla…
Dipnotlar:

1-Buhari: Edeb-77, Menâkib-23; Müslim: Fedailu’n-Nebi-67.
2-Ahzab, 21.
3-Buhari: Enbiya-54, Edeb-78; Ebu Davud: Edeb-6; İbn Mace: Zühd-17.
4-Tirmizi: Nikah-1; Ahmed b. Hanbel: 5/421.
5-İbn Mace: Zühd-18; Ahmed b. Hanbel: 4/206.
6-Buhari: İman-16, Edeb-77; Müslim: İman-57/59; Ebu Davud: Sünnet-14; Tirmizi: Birr-65, 80, İman-7; Nesai; İman-16, 27; İbn Mace: Mukaddime-9, Zühd-17; İmam Malik: Muvatta; Hüsnü-l Hulk-10.
7-Tirmizi: Birr-47; İbn Mace: Zühd-17.
8-Tîn, 4.
9-Bakara, 30.
10-Kaf, 16.
11-Tirmizi: Kıyamet-25.
12-İbn Ömer’den nakledilen ve Kütübü Tis’a içerisinde yalnız Süneni İbni Mace’de bulunan hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Hz. Allah bir kimseyi helak etmek isterse ondan hayâ duygusunu söker alır. Bu duygu ondan alındı mı, onda kendisinden nefret edilme ve başkalarını da nefret ettirme haricinde bir şey kalmaz.” İbn Mace: Fiten-27.
13-Ahzab, 53.
14-Konu ile ilgili hadisler için ilgili hadis kaynaklarında (Kitabu’l-Hayz ve Kitabu’l-İlm) başlığı altında verilen hadislere bakiniz.
15-Buhari: Ilim-50; Müslim: Hayz-61; Ebu Davud: Taharet-130; Ibn Mace: Taharet-124. Ahmet b. Hanbel: Müsned; 5/72, 6/148.